DİB kurumu
kapatılmalı, çünkü
.
Bir,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü, demokratik, laik, sosyal ve bir hukuk
devletinin asli görevleri arasında din ve dindar üretmek gibi bir
sorumluluk/görev bulunmamaktadır.
İki,
DİB Kurumu kapatılmalı, çünkü, devlet vatandaşının vicdanına ve dini hayatına
ait özgürlük alanına müdahale edemez, toplumu tek tipleştirilmiş resmi din
kalıbının içine hapsedemez.
Üç,
DİB Kurumu kapatılmalı, çünkü Anayasada devlet adına resmi bir din olmamasına
rağmen, Sünniliği, resmi bir din gibi tanımlayıp, fiilen bu dinsel
kimliği yurttaşa dayatıyor. Diyanetin hizmetlerinden doğrudan yararlanan Sünni
inançlı yurttaşlarımız, devletin kendi vicdanlarına doğrudan müdahalesiyle
karşı karşıyadır. Sünnilik ve Sünniler üzerindeki bu resmi dayatma ve resmi
teolojik kalıplar, aynı şekilde başta Aleviler olmak üzere diğer farklı
inanç sahiplerini de dayatılmak istenmektedir. Bu ise devletin diyanet
aracılığıyla, inananla inanılan arasındaki özgür, sivil ve ruhani kalması
gereken alanın özgürlüğünü hiçe saydığının göstergesidir. Dolaysıyla doğrudan
bir hak ihlalidir.
Dört,
DİB Kurumu kapatılmalı, çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı kurumu, yargının
bağımsızlığına gölge düşürmektedir. Ülkemizde yargı sistemi ve gerekse
TBMM, din, vicdan ve inanç özgürlüğü hususlarında evrensel ve ulusal hukuk
ilkelerine göre değil, diyanetin fetvalarına göre hareket etmektedir.
Örneğin Aleviler ve gayri Müslimler tarafından açılan din, vicdan ve
inanç özgürlüğüne ilişkin tüm davalarda, yargı ve TBMM Diyanet İşleri
Başkanlığının görüşlerine başvurmuş ve kararlarını buna göre vermiştir.
Beş,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiyenin
bilimsel, aydınlanma, çağdaşlık ve akıl rehberliğinde gelişmesinin önünde
kurumsal ve fikri olarak engel teşkil etmektedir. Türkiyenin geleceğini hangi
aklın tayin edeceğine dair tercihler DİBna bırakılamaz.
Altı,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü Türkiyede istihdam yaratmak, sosyal hizmetlerin
kamusal alanda güçlendirilmesi için ayrılması gereken yatırım bütçeleri,
diyanete aktarılmaktadır. 2009 yılı bütçesinden Diyanet İşleri
Başkanlığı'na 2 milyar 454 milyon 275 bin TL bütçe ayrılmıştır. Bu bütçenin
oluşumu gerek hukuksal, gerek ahlaki, gerekse dini açıdan helal değildir.
Diyanet bütçesi tüm toplumsal kesimler tarafından onaylamamaktadır.
Nüfusun yüzde 12sinin işsiz olarak yaşadığı, yoksulluğun giderek arttığı,
günde 1 dolar ile geçinmek zorunda kalanların sayısının 5 milyonu bulduğu
Türkiyede, bu bütçe bir sosyal devlet bütçesi değildir. Bu bütçe sosyal
hizmet değil, dindar üretme bütçesidir.
Yedi,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü, çok inançlı toplulukların ve inanmayanların
yaşadığı Türkiyede tek bir inancın lehine kamusal hizmet üretmektedir.
Anayasal olarak laiklik güvencesi sunan Türkiyede devlet dini alanlara
yatırım yapamaz. Din kadrolarına devletten maaş veremez. Devlet ve
hükümetler eliyle dini yapılanmanın önünü açamaz.
Sekiz,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü bu kurum sadece vicdana değil, özel alana ve
hayata müdahale etmektedir. DİB birlik ve bütünlük adı altında,
toplumun yaşam alanlarına müdahale ediyor, kendi kurallarına göre
özel hayat düzenlemeği hedefliyor, kamusal ahlak bekçiliğini elinden
bırakmıyor. İslam Dininin inanç, ibadet ve ahlak esasları ile
ilgili işlerini yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet
yerlerini yönetmek. (633 S.K. md.1) Diyanet bir Ahlak esası
belirleme kurumu olamaz. Diyanet din hocalığının yanı sıra Ahlak hocalığı
yapması asla kabul edilemez. Kendi varlığı ahlak kuralları ile çelişen bir
kurum, ahlak esasları belirleyemez.
Dokuz,
DİB kurumu
kapatılmalı, çünkü gericiliğe ve irticaya karşı tedbir olarak kurulan,
devlet denetimi altında din hizmeti vermeyi hedefleyen Diyanet İşleri
Başkanlığı kurumu irticai ya da şeriatçı girişimleri denetleyemez.
Aksine besler. Nakşibendi Tarikatı Lideri Zahid Kotku, hakkında davalar
açılan Fethullah Gülen, Aczimendi Tarikatının lideri, radikal İslamcı Müslüm
Gündüz, Almanyada Anadolu Federe İslam Devletini kurduğunu iddia eden ve
silahlı mücadeleyi savunan Cemalettin Kaplan Diyanet kökenlidir. Dolaysıyla
denetim altına alınması gereken tehdit ve irtica diyanetin tam da kendisidir.
On,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü laik ülkelerde Diyanet gibi kamusal bir
kurumun varlığına müsaade edilmez. Çünkü devlet dinini temsil eden
kurumlar özgür ve bağımsız davranamaz. Devlet dini olmaz, İnanmak devlete
değil, kişiye özgüdür.
Onbir,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü, DİB kurumu siyasi İslamcılığı besleyen,
siyasal İslamcı faaliyetlerin beslendiği/desteklendiği, nemalandığı anti laik
odak özelliğine sahip bir yapıdır. Dönem önem ülkemizde haklarında hukuksal
dava açılan, anti laik odak olma durumunu yaratan siyasal adreslerin varlığı
bilinir. Bu nedenle asıl mücadele Anti laik odakları yetiştiren ve
besleyen bu kurumlara karşı yürütülmelidir. Çünkü hukuken Diyanetin
gözetiminde olması gereken camilerin denetimi, cemaatlerin ve tarikatların
kontrolü altındadır. Dinsel hizmetlerin yanı sıra camilerde bağış adı
altında toplanan trilyonlarca paranın nasıl, nerede ve kimler aracılığıyla
kullanıldığı bilinmemektedir. Camilerin daha örgütlenme mekanları haline
geldiği ülkemizde, anti laik odakların aranacağı adresin kendisi, Diyanet
İşlerin Başkanlığının tam da kendisidir. Kapatılma davası açılacak kurumda
DİBdır.
On iki,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü DİB Kurumu sadece Türkiyede değil, yurt
dışında bir çok ülkede misyonerlik faaliyetlerini yürütmektedir. Avrupa
ülkelerinde siyasal İslamcı sivil yapıların, derneklerin desteklenmesini
sağlamıştır. Desteklenen bu yapılar ve dernekler Türkiyedeki siyasal İslamcı
akımlara ve partilere maddi ve manevi destek vermiştir. Diyanet Avrupada
yaşayan Türkiyeliler arasındaki ayrışmanın ve kutuplaşmaların tetikleyicisi
olmuştur.
On üç,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü DİB kurum, devlet adına yurttaşlarımızı resmi
Sünnilik anlayışı üzerinden dindarlaştırmak ve İslamizasyonu yaygınlaştırmayı
hedeflemektedir. Yani inanan insanın vicdanındaki islamı değil, siyasi ve
sömürü haline dönüştürülmüş siyasal İslamcılık merkezi haline dönüşmüştür.
On dört,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü, Türkiyede farklı dillerde sıkıntıların ve
yasakların varlığı bilinirken, farklı inançların varlığı yok sayılırken, DİB
14 değişik dilde bir çok ülkede sınır ötesi resmi Sünnilik propagandası
yapmaktadır.
On beş,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü, 3.5 milyon Türkiyelinin yaşadığı Avrupa
ülkelerinde, laiklik, siyaset, hukuk, kültür ve dış politika üzerinde devletin
diplomatik gücünü artırmak yerine, DİB kurumu küresel islamizasyon ve
misyonerlik faaliyeti için yurt dışı temsilciliklere imam ve din ateşleri
gönderiyor. Dış temsilcilik eliyle misyonerlik yapan bu kurum, farklı dinlerin
Türkiyede misyonerlik faaliyeti göstermesini yasaklamaktadır. Hatta Diyanet
Vakfı tarafından yayınlanan Hıristiyanlık Propagandası ve Misyoner
Faaliyetleri isimli kitapta şunlar belirtiliyor: Bilindiği üzere
ülkemizde her ne şekilde olursa olsun Hıristiyanlık propagandası yapmak
suçtur. Böyle propaganda yapan bir sahsa rastlarsak onu da en yakın emniyet
makamına bildirmek aynı zamanda vatandaşlık görevidir; Ülkemizde
Hıristiyanlık propagandası yapmak kanunen suçtur. Devlet imkanlarıyla
siyasal İslamcı misyonerlik faaliyetleri yapılırken, farklı inançların
misyonerlik faaliyetlerini yasadışı görmek, çelişkinin ve çifte
standart politikanın göstergesidir.
On altı,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü, devlet DİB kurumu eliyle toplumsal
kesimleri din esasına göre resmi bir kalıba dökmektedir. Yanı diyanet
yurttaş yerine kul yaratmanın diğer adıdır. Çünkü DİB inanan
vatandaşın din işlerine ve ihtiyaçlarına değil, devletin din işlerine ve
ihtiyaçlarına odaklanmıştır. Devletin asli görevi, çağdaş, akıl, bilim,
eleştiri ve sorgulama hakkını kullanabilen yurttaş eğitimini esas almalıdır.
On yedi,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü DİB Kurumu vicdanı temsil edemez, vicdana
sığamaz ve vicdanı şekillendiremez. Dolaysıyla özgürlük karşıtı bu kurumun
kendisi, hak ve özgürlük ihlalinin adresidir.
On sekiz,
DİB Kurumu kapatılmalı, çünkü Türkiyede farklı inançlar ve inanmayanlar
üzerinde sosyal baskı mekanizmalarını yaratıyor. Mahalle baskısının arkasında,
camilerde görev yapan ve siyasal İslamcı partilere oy vermeyenin cehennem
ateşinde yanacağını buyuran imamlar kadrosu var. Diyanet kadroları
siyasal islamcı partilere oy kazanmak için toplumun, dini duygularını
istismar etmektedirler. Dini konular ve hassasiyetler üzerinden kurulan
siyasi ilişkilere diyanetin memurları aracı olmaktadır. Dini duyguların
siyasete alet edilmesine ve laik ve demokratik Ülkerlerde bu türden
davranışlara müsaade edilmez.
On dokuz,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü DİB Kurumu sağ politikaları, siyasal İslamcı
odakları ve kendisiyle aynı çizgide olan sendikaları, siyasal partileri
destekliyor. Siyasi olarak bağımsız davranmıyor. Örneğin sağcı, İslamcı ve
AKP yandaşı olan DİYANET SEN 42 012 imam üyesi ve yine sağcı ve
Türk İslam Sentezi çizgisinde duran TÜRK DİYANET VAKIF-SEN in
23,635 üyesi varken, sol ve sosyal demokrat çizgide duran KESKe bağlı
DİVESin sadece 364 üyesi vardır.
DİB kurumu Memur sendikaları
arasında ayrımcılık yapmaktadır. Diğer bir çarpıcı örnek ise, AKP yandaşı gibi
faaliyet sürdüren DİYANET-SEN Diyanetin resmi görüşüne bağlı kalarak, Diyanet
benzeri açıklamalar yapıyor. DİYANET-SEN son basın açıklamasında Aleviler
Müslümandır ve Müslümanlığın ibadethanesi de Camiidir. Cemevlerini camiinin
alternatifi gibi görmek son derece yanlıştır gibi resmi ezberlerin
mesajlarını vermektedir. Bu sendikaların üye sayısı AKP ve DİB kurumun
desteğiyle artmaktadır. Bunun en somut kanıtı ise 2002 yılında
11 bin 142 üyesi
olan DİYANET SENin AKP ve DİB kurumunun desteğiyle üye sayısını 2008
yılına kadar 42 bin 12ye çıkartmıştır.
Yirmi,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü Diyanet haksız yollardan vergiden pay alıyor.
dinsel örgütlenme aracılığıyla ve toplumsal kesimler üzerinde hegemonya kurmak
ve güç olmak için her yurttaştan haksız vergi almaktadır. Devletin bu dinsel
yapılanması rızamız olmadan, DİB Kurumuna yılda en az 403 TL vergi ödemek
zorunda kalıyoruz. Laik devlet anlayışına zıt olan bu uygulamanın en ilginç
tarafı her kesimden toplanan bu paraların resmileşmiş Sünni İslam anlayışı
için harcanmasıdır. Diğer dini görüş ve anlayışlara yaşam hakkı tanımayan bu
sistem, ibadet yeri ve şekli konusunda özgürlük vermediği Alevi
vatandaşlarımızdan topladığı vergileri de Diyanete aktarmaktadır. Bu, insani
hak ve özgürlükleri baskı altına alıcı ve kısıtlayıcı bir tutumdur. Türkiyede
şu anki vergi mükellef sayısı 6 milyon 89 bin kişidir. 2009
yılında Diyanete ayrılan bütçe ise 2 milyar 454 milyon 275 bin TLdir.
Yani her vergi mükellefi Türkiyede DİB kurumuna 403 TL vergi
veriyor.
Yirmi bir,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü dinde zorlama olmaz ilkesini, Diyanet ihlal
etmektedir. Diyanetin makro söylemi, zorla inandırma söylemidir. Örneğin
zorunlu din derslerinin devamını her fırsatta ifade etmesi, zorla din
öğretmeyi benimsediğinin kesin ifadesidir.
Yirmi iki,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü DİB kurumun resmi açıklamaları, yazılı
belgeleri, kadınlara, inanmayanlara ya da farklı inanç sahiplerine yönelik
ayrımcılık uygulamaktadır. Bu nedenle DİB kurumunun cinsiyeti erkek ve dili
ayrımcıdır. Mesela kuruluşunun üzerinden 84 yıl geçmiş olmasına
rağmen,halen bir kadın Diyanet kurumuna Başkan olmamıştır. 82 ilin
müftüsü erkektir. Aralarında tek bir kadın dahi yoktur. Farklı inançlara
karşı kullandığı dil tekçidir. Erkek dilidir. Ayrımcı dildir. Sünniler dışında
farklı inanç sahibi kişiler DİB kurumunda işe giremez. Hatta hizmetlerinde
bile ayrımcıdır. Örneğin, çatışmada öldürülmesi halinde, yol
kesen ve meşru devlet düzenine isyan suçu işleyenlerin cenaze namazlarının
kılınmayacağım" diye açıklama yapmıştır. Kısacası Diyanet ya benim
gibi erkek, Sünni-Hanefi hatta Vahabi olacaksın, yoksa seni tanımam
demektedir. Diyanet 100 bin üzerinde camiden sorumludur. Ayrımcılık
uygulamasının merkezi olduğundan, tek bir cemevi, kilise, sinagog ve Budist
tapınağına destek sunmamış ve tanımamıştır. (Y.N. zaten Aleviler ve gayri
Müslimler devletin din işlerine karışmasını, din, vicdan ve inanç özgürlüğüne
aykırı olduğu için eleştiriyor ve vicdana müdahale olduğu içinde destek ve din
görevlisi talebi yoktur. Sadece ayrımcılığın gösterilmesi için bu örnek
verilmiştir.)
Yirmi üç,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı baş örtüsü dini
gerekliliktir diye kamusal hizmet adına fetva veremez. Başörtüsü
gerekliliktir dayatmasını devlet adına yapması, başörtüsünü gerekli
olarak görmeyenlere yönelik baskı söylemidir. Mahalle baskısına güç
vermektedir.
Yirmi dört,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü bu kurum siyasi partilerin program ve
söylemlerine yasak getiriyor. Düşünce özgürlüğünü engelliyor. Örneğin,
Siyasi Partiler Yasası'nın 89. maddesine göre, partiler Diyanet'in
kaldırılmasını istemiyor.
Yirmi beş,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü inanan ile inanılan arasında aracı kuruma gerek
yoktur. Yani dini duygular ve insanın vicdanı bir kuruma teslim edilemez.
Yirmi altı,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü siyasi partiler, oy kazanmak uğruna, diyanetin
anti laik yapısını görmezden geliyor. DİB kurumunun devasal gücü karşısında bu
kurum üzerinden din istismarlığı yapıyorlar. Bu kurumun varlığı, siyaset
üzerinde tehlikeli ve anti demokratik bir vesayet uygulamaktadır. DİB ve
DİYKnun siyaset üzerinde dinsel vesayeti ancak bu kurumlar kaldırılınca
kalkacaktır. Çünkü demokratik bir ülkede siyaset dinsel ve askeri
otoriterliğin vesayetinden özgürleşmediği sürece, gerçek bir laiklik ve
demokrasiden söz edilemez.
Yirmi yedi,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü imam-hatipler yoluyla, devlet din adamı
yetiştirmekte ve işsiz kalmalarını önlemek için DİB kurumunda istihdam
etmektedir. DİB ve İHL ilişkisi, devletin dine bir müdahalesi olduğu gibi,
tersten bakıldığında dinin devlete bir müdahalesinin resmidir.
Yirmi sekiz,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü bu kurum farklı değerlerin, farklı kültürlerin
ve farklı ahlak algılamalarının bulunduğu ülkemizde, Sünni İslam inancının
ahlak esaslarına göre tek tip milli ahlak ve milli kültür inşa etmeyi
hedeflemiştir. 1924 yılındaki kuruluş yasasındaki bu türden görevi ve yetkisi
olmayan diyanet, maalesef, kendisini laiklikten ve sosyal demokrasiden yana
olduğunu iddia eden, CHPnin 1947 yılında yaptığı kurultayda komünizm
tehdidine karşı, soysal ve siyasal çözülmeye karşı, İslam ahlakının öne
çıkarılması ve Diyanet İşleri Başkanlığının güçlendirilmesi ve din derslerinin
tekrar okul müfredatlarına alınması yönündeki görüşleri ve kararları
sonucu, Diyanet İşleri Başkanlığı 1961 yılından itibaren Sünni İslam ahlakı
üzerinde tek tip milli ahlak ve mili kültür inşa etmek amacıyla, demokratik
olmayan bu yolla, topluma bir tür resmi ve ideolojik ahlak üniforması
giydirmektedir. Bu insan haklarına, bireysel ve kolektif temel haklara aykırı
bir görev tanımıdır.
Yirmi sekiz,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü, DİB farklı inanç gruplarını temsil etmediğini,
05.12.2003 tarihli basın açıklamasında Başkanlığımızın, kendine verilen
bu kanunî görevleri yerine getirirken ürettiği pratik hizmetler şunlardır:
Cami eksenli din hizmetleri
şeklinde itiraf etmiştir. Öyleyse bu
itirafı yapan kurum Anayasanın 10. maddesindeki eşitlik ilkesini ihlal
etmektedir. Bu açıklamanın kendisi, başta Aleviler olmak üzere farklı inanç
gruplarının, Diyanete yönelik tekçilik ve ayrımcılık eleştirisini haklı
olduğunu göstermektedir.
Yirmi dokuz,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü, Diyanet İşleri Başkanları siyasi tarafsızlık
ilkesini ayaklar altına alıyorlar. Anayasanın 136. maddesine göre, Diyanet
İşleri Başkanlığı "laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi
görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve
bütünleşmeyi amaç edinerek özel kanununda gösterilen görevleri yerine
getirmekle yükümlüdür. Fakat DİB kurumuna başkanlık yapan hiçbir başkan
siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalamamıştır. Siyasi
olarak taraf olmuştur. Tüm Diyanet İşleri Başkanları göreve gelmeden önce,
görev sırasında ya da görev sonrası siyasi görüş ve düşüncelere taraf
olmuştur. Anayasadaki bu ilkeye aykırı davranışlarının somut örneklerini
birlikte hatırlayalım; Diyanet İşlerinin ilk başkanı olan Rıfat Börekçi,
başkanlığı öncesi, I. Meclis Manisa CHP milletvekilliği, Diyanet
Başkanlığı sırasında, CHP Ankara Heyeti Başkanlığı görevlerini yürüttü.
Eyüp Sabri Hayırlıoğlu, Diyanet İşleri Başkanlığı öncesinde, II. Mecliste CHP
milletvekilliği yapmıştır. Diğer bir Diyanet Başkanı, İbrahim Elmalı
ise MP ve DP milletvekilliği yapmıştır. DİB Başkanı Lütfi Doğanda
MSP,RP ve FP vekilliği yapmıştır. Dr. Lütfi Doğan ise Ecevit döneminde
CHP vekilliği ve Diyanetten sorumlu bakanlık yaptı. Yaklaşık 9 yıl
Diyanet Başkanlığı yapan Tayyar Altıkulaç ise sırayla DYP ve AKP
milletvekilliği yapmıştır. Mustafa Said Yazıcıoğlu ise 4.5 yıllık
Diyanet Başkanlığı sonrasında AKPde milletvekili oldu. Şimdi AKP adına
Diyanetten sorumlu Bakanlık yapıyor. Mehmet Nuri Yılmaz ise DPden
milletvekili adayı olmak için çalıştığı basına yansıyan bilgiler
arasındaydı. Kısaca Milletvekilliğinin ve Bakanlığın diğer bir yolu ise DİB
üzerinden geçiyor. Yukarıdaki bu örnekler DİB kurumu siyasi tarafsızlık
ilkesini yitirmiş, siyasi ve cemaatçı çevrelerin cirit attığı ve siyasi
görüş ve düşünüşlerin dışında kalamadığı bir kurumdur.
Otuz,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü, bu kurum üzerinde yaygınlaştırılan dindarlaşma
ile TBMM kütüphaneleri boşalırken, 1970li yıllarda Ankara Kocatepe camisini,
1989 yılında TBMM Camisini yapımı vatandaşın vergisiyle gerçekleştirilmiştir.
Bu kurum yasal olarak sadece Cami ve mescitleri hizmete açmakla
görevlendirilmiştir. Oysa vatandaşların paralarıyla yapılan yeni camiler, daha
çok bir ticarethaneye dönüşmüş, marketli, kafeli, restaurantlı ve dükkanlı
komplekslere dönüştürülmüş ve denetimleri ise giderek kaybolmuştur. DİB
Türkiyede 90 bin cami ye (yarısından fazlası denetim dışı kalmış) hizmet
verirken, ülkede çağdaş eğitim verecek okulların sayısı ise 54 binle sınırlı
kalmıştır. Devlet DİB aracılığıyla öğretmen ve doktor yerine imam
yetiştirse, okul ve hastane yerine cami yaptırımını teşvik ederse, kütüphane,
lisan ve bilgisayar kursları açmak yerine kuran kursu açarsa, toplumun çağdaş
ve bilimsel normlara göre gelişmesi durdurur ve bu dünyanın ihtiyaçlarına
cevap verecek sosyal kamu hizmetlerine kavuşmasına engel olur.
Otuz bir,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü DİB kurumu kamu kurumlarına dinci kadroları
diğer kamu kurumlarına, bakanlıklara aktarmak için ara istasyon görevini
üstlenmiştir. Son 6 yıldır binlerce kişi DİB kurumunda diğer kamu kurum ve
kuruluşlarına geçmiştir. İmam Hatip ve İlahiyat kökenli kadroların diğer kamu
kurumlarına alınmasının arkasında ideolojik hesapların olduğu da gözden
kaçmamalıdır. Bu ise DİB üzerinden dinci kadrolaşmanın göstergesidir.
Otuz iki,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü Diyanet kurumu inançlı insanların vicdanını laik
devletin merkezi idari makamında hazırladığı Cuma hutbeleri ve
bunları vatandaşın vicdanına sokmak zorunda olan devlet memuru imamlarla
düzenlemesine örnek olarak gösterilecek başka bir AB ülkesi yoktur.
Otuz üç,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlunun
Mekkede yapmış olduğu Cemevini, Caminin alternatifi olarak göstermek
mümkün değildir!. Diyanetin dışında bir Alevi Diyaneti kurulması yönündeki
görüşlerin Cumhuriyetin kazanımlarına uygun değildir. Seklindeki
açıklaması, bu kurumunun hangi çelişkiler üzerinde durduğunu gösteren belge
niteliğinde bir itiraf olarak okunmalıdır. Çünkü bu açıklama bize, devletin
din hizmeti Sünnilik için olunca Laik cumhuriyetin kazanımına uygun
olarak ifade edilirken, söz konusu Alevilerin talepleri olunca, Diyanet İşleri
Başkanlığı bunu cumhuriyet kazanımına aykırı olarak olduğunu ifade
ederek, bu kurumun tekçilik, tekelcilik ve laik cumhuriyet karşıtlığı
üzerinde örgütlendiğini belgelemiştir. Eğer, laiklik ve cumhuriyet hassasiyeti
ve bu ilkeleri geliştirmek konu olursa, sadece Türkiye değil, tüm dünya bilir
ki, Alevi toplumu bunun öncülüğü yapar.
Otuz dört,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı, Alevilerin inanç ve
kültür merkezleri olan cemevlerini engellemek için, Alevi köylerine zorla
cami yaptırarak, Sünni-Hanefi inancını zorla aşılanmayı hedeflemiştir.
Oysa evrensel hukukta yer almış olan din, vicdan ve inanç özgürlüğü ilkesine
göre, ibadet yeri olan cemevinde, ibadet şekli olan ceminde benim
kabem insandır öğretisine bağlı Alevi yurttaşına, camide insan yerine
kıble göstermek, DİBnın hak ihlali örneklerinden birisidir.
Otuz beş,
DİB kurumu kapatılmalı, çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı, inanmama hakkına
saygı duymayan ve yine evrensel hukukla, inanma hakkı gibi, güvence
altına alınmış olan inanmama hakkı karşısında sosyal baskı
mekanizmalarını üreten kurum haline gelmiştir. Türkiyede ateist olanlara
yönelik, rencide edici, küçümseyici, cezalandırılacak zümre olarak topluma
sunulmasını sağlayan ve önyargıları artıran yayın ve demeçleri ile Diyanet,
toplumsal barış ve huzura zarar vermektedir. İnanmayanların ve farklı inanç
sahiplerinin vergisiyle ayakta duran bir kamu kurumunun, ayrımcılık ve
ötekileştiren dil üreten tutumu bile, bu kurumun kapatılması için yeterlidir.
DİYANETİN 2013
STRATEJİK PLANI, DİBNIN ANTİ LAİK ODAK HALİNİ GÜÇLENDİRMEYİ HEDEFLİYOR
Son olarak
gelmekte olan yeni bir diğer tehlikenin haberini şimdiden vererek, DİBnın
2013 yılına Diyanetin Stratejik Hedeflerine kısa bir vurgu yaparak bu
bölümü kapatalım. DİBnın yeni Stratejik Hedeflerimiz başlıklı
acil eylem planı, Türkiyede kamusal imkanlar kullanılarak, siyasal İslamcılık
ekseninde dindarlık ekseninde yeni bir toplum mühendisliğini devreye
sokulduğunu, bu stratejik planda okuyabiliyoruz. Diyanetin yeni
stratejinin ilk hedefi, Kadınların, erkek egemen toplumun kontrolü altında
tutulmaya çalışılması ve dahası köleleştirilmesi amacı taşıyor. Stratejik
planda Kadınlara yönelik irşat faaliyetlerini geliştirmek diye
başlayan planda, kadınlara doğru yolu göstermek için bir çalışmanın
başlatılması hedeflenmiştir. Kadının doğru yolda olmadığını ve kuranın
esaslarına göre doğru yola getirilmesi sağlanacakmış.
Diyanetin stratejik planına göre, Cuma namazı kılma vaktinin mesailere
göre düzenlenmesi hedefi yerine getirilmelidir. Cuma günleri
ortalama 20 milyon kişinin camiye gitmesinin azlığına karar verilmiş olmalı
ki, toplumu camilere daha fazla gitmesini sağlamak için, dinin mesailere
uydurulması hedeflenmiştir.
Diyanetin 2013 strateji planının diğer bir hedefi ise, Her yıl 100
din görevlisi Arapça öğrenimi için Arap ülkelerine gönderilecek ve ayrıca
200 pilot camide kütüphane, çay ocağı, derslik, çok amaçlı salonlar
açılması ve sosyal aktivitelerin artırılması amacıyla sosyal içerikli
programlar düzenlenmesine ulaşmak olacakmış. Milli Eğitim ve Kültür
Bakanlığının görevleri arasında olması gereken bir çalışmayı, dindarlaştırma
projesi üzerinden yürütmek, aynı zamanda Milli Eğitim Bakanlığının ait alanı,
Diyanetin alanına taşımak gibi sinsi bir planı da açığa çıkarmıştır.
Türkiyenin kütüphanelere, eğitim-etüt dersliklerine ve çok amaçlı sosyal
tesislerin açılmasına ihtiyacı vardır. Fakat bu ihtiyacı karşılayacak kurum,
Diyanet İşleri Başkanlığı değil, Milli Eğitim Bakanlığı, Turizm ve Kültür
Bakanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığıdır. Diyanet İşleri Başkanlığının tüm bu
strateji planı anti laik odak halini güçlendirmekten başka hiçbir amaca hizmet
etmeyecektir. Dolaysıyla siyasi partilerin, cumhuriyetin kazanımlarını ve
laikliği korumak olduğunu iddia eden kesimlerin, Diyanetin 2013 Stratejik
Planı karşısında sus pus kalması ise, felaketin ayrı bir göstergesidir. Devlet
memurlarını Batı normalarına göre değil, Arap İslam Cumhuriyetlerinde 1 yıl
süreyle eğitmek ise, Türkiyenin yeni yönelimini göstermek açısında çarpıcı
değil mi?
Peki DİB Kapatılsın Ama, Yerine Ne
Konulmalıdır diye soranlara;
ÇÖZÜM İÇİN 12
MADDELİK ÖNERİ VAR
Bir,
din ve devlet işlerini birbirinden tümüyle ayırmak anayasal düzenlemeler
gerekir.
İki,
dini olanın, devletin işlerine, devletin de dini alanın işlerine müdahale
etmemesi gerekir.
Üç,
devlet herkesin din, vicdan, inanç ve inanmama özgürlüğünü korumalı, yasal
güvence altına almalıdır.
Dört,
devlet tüm din, inanç gruplarının ve bunların tüm yorumlarına eşit mesafede
durmalıdır.
Beş,
din öğretimi sadece dini çevrelerin kendi okullarında, özel okullarda
verilmelidir. Devlet okullarında ise öğrencinin ve ebeveynlerin isteğine bağlı
olarak, tüm dinler ve inançlar hakkında tarafsız bilgi aktarmak koşuluyla ders
verilebilir. Müfredatın içeriği ise tüm dinler ve inançların temsilcilerinin
yer aldığı komisyonun rızasıyla belirlenmelidir.
Altı,
nüfus cüzdanlarında din hanesi olmamalıdır. Devlet, vatandaşlarının dinini
kayıt altında tutmamalıdır.
Yedi,
İnanç vergisi uygulamasıyla, isteğe bağlı olarak devletin vergi toplaması
yöntemiyle, dini ve inanç toplulukları adına toplanan vergilerin, bu çevrelere
aktarılması konusunda devlet aracılık yapabilir ve denetim sağlayabilir.
Sekiz,
dini ve inanç topluluklarının sivil kuruluşlar üzerinde örgütlenmesi
benimsenmelidir.
Dokuz,
dini ve inanç rehberlerini, önderlerini, dini toplulukların kendisinin tayin
etme ya da belirleme hakkı kabul edilmelidir.
On,
Diyanet İşleri Başkanlığına kadro alımı derhal durdurulmalıdır. Mevcut
kadroların DİB kurumunun tamamıyla tavsiyesi süresince görevlerini
sürdürmesine, bir kısmının diğer kamu kurumlarına aktarılmasına, emeklik
sonrası yerlerine yeni kadro tahsisini artık yapılmaması benimsenmelidir. 10
yıl içinde Diyanetin tamamıyla tavsiyesi sağlanmalıdır. DİBna ait tüm kamu
binaların, tesislerinin dini ve inanç toplulukların ihtiyaçlarına göre
devredilmelidir.
On bir,
DİB ve DİYK yerine İnanç Özgürlüğünü Sağlama ve İnanç Kurumları ve
Toplulukları Arası Koordinasyon Dairesi adıyla yeni bir yapılanmaya
gidilerek, devletin din işleri yerine, yurttaşın din özgürlüğünü korumayı,
laiklik ilkesine göre görev edinmiş bir kurumsallaşmayı, tüm inanç
topluluklarını, akademisyenleri, sosyologları, hukukçuları kapsayacak şekilde
gerçekleştirmek. Bu kurum aynı zamanda kültürler ve dinler arası diyalog ve
tanışmayı teşvik etmeyi hedefleyecektir.
On iki,
İmam, hatip ve müezzin yetiştirmek gibi görevi devlet asla üstlenemez. Bu
nedenle İHL kapatılmalıdır. Dini rehberlerin yetiştirilmesi görevi ve yetkisi
dini toplulukların kendisine verilmelidir. Bunun için İHLrine öğrenci alımı
tamamen durdurulmalı ve son mezunlarını verinceye kadar açık olmalıdır. Daha
sonra bu okulların bir kısmı Anadolu Liselerine dönüştürülmelidir. Bir kısmı
ise farklı dini toplulukların kendi dini eğitimlerini sunabilmesi şartıyla,
somut proje karşılığı verilerek özel okul yapılmasına izin verilmelidir. Bu
okullar da MEB müfettişlerinin denetimine açık olmalıdır.
Bu
yazı pirsultan@googlegroups.com´dan alınmıştır:
BU RAKAMLARA DİKKAT!!!!
NTV'deki 'Neden' programında 'Aleviler ve Siyaset'i tartışıldı.
Açılışta Alevi-Bektaşi Federasyonu Genel Sekreteri Turan Eser'e soruldu:
Neden her seçim öncesi 'Sünniler ve Siyaset' değil de 'Aleviler
ve Siyaset' tartışılır....?'
Eser, rakamlarla yanıtladı bu soruyu...
Verdiği rakamlar,tartışmaya yer bırakmayacak kadar net bir tablo
sergiliyordu.
Bu rakamları yorumsuz olarak sizlerle paylaşmak istiyorum:
Türkiye'de kaç okul var ?...................67.000
Kaç hastane var ?...................1.220
Kaç sağlık ocağı var ?....................6.300
Peki kaç cami var ?.....................85.000
Her 60 bin kişiye 1 hastane düşerken, 350 kişiye 1 cami düşüyor.
Peki, kaç kilise var ?.....................270
Kaç cemevi var ?.....................100
Türkiye'de kaç doktor var ?.....................77.000
Peki, kaç din görevlisi var ?.....................90.000
Türkiye'de her 900 kişiye bir doktor düşerken, her 780 kişiye bir din
görevlisi düşüyor.
Eğitim-Sen'e göre Türkiye'nin 200 bin öğretmen açığı var.
Türkiye'de kaç kütüphane var?......................1.435
Almanya'da kaç kütüphane var?......................11.000
Türkiye'nin kaç kentinde devlet tiyatrosu var ?.......................13
Kaç kentte kuran kursu var?........................81
Bu kursların toplam sayısı kaç ?.........................3.852
Türkiye'de 1 opera derneği var, 11 bale, 10 heykel, 18 resim, 18 sinema,
38 tiyatro derneği var.
Peki, kaç tane 'cami yaptırma derneği' var
?..........................35.000
İçişleri Bakanlığı'nın bütçesi ne kadar
?..........................783 trilyon...
Ulaştırma Bakanlığı'nın ?...................678 trilyon
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı'nın ?...........................677
trilyon...
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ?............................632
trilyon...
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nın ?...........................280
trilyon..
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın
?............................249 trilyon...
Çevre ve Orman Bakanlığı'nın ?............................404 trilyon...
Sadece Sünnileri temsileden Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bütçesi
nekadar ?...........................1.3 katrilyon...
8 bakanlığın bütçesi kadar...
22 üniversitenin toplam bütçesine denk...
Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinin yıldan yıla büyümesine bakalım:
1997'de 66 trilyon.
1998'de 119...
1999'da 180...
2000'de 270...
2001'de 302...
2002'de 553...
2003'te 771...
2004'te 1 katrilyon...
2005'te 1 katrilyon...
2006'da 1,3 katrilyon...
2007'de 2,7 katrilyon...
Bir ülke,Diyanet'e, bütün üniversitelerine ayırdığı bütçe kadar pay
ayırıyor,bunu son bir yılda ikiye katlıyorsa,doktordan, öğretmenden
fazla imam yetiştiriyorsa,hastane değil cami yaptırıyor, kütüphaneden
çok Kuran kursu açıyorsa,o ülkenin durup bir daha düşünmesi gerekmez
mi?
SERİAT GELECEK Mİ DİYE ARTIK DAHA FAZLA DÜŞÜNMEYİNİZ
( Eğer uyumaya ve bu pasif edilgen tavrımızı sürdürürsek mutlaka gelir....)
İşin esası budur; gerisi laf-ı güzaftır..
Mustafa MAYDA
Bu yazı pirsultan@googlegroups.com´dan alınmıştır:
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
Velayettin Ulusoy`la söyleşi
Aleviler anlattı, Oral çalışlar yazdı:
Veliyeddin Ulusoy, "Bizi bize bırakın. Bize farklı gömlek giydirmek istemeyin" diyor.
11/11/2008
Hacıbektaş Postnişini Veliyeddin Ulusoy: Bizi asimile etmek isteyen pek çok güç var. Fethullahçılar, Diyanet, Alman Katolik Kilisesi, İran... En başarılıları da Fethullahçılar...
BAŞLARKEN
Alevi dünyası hareketli.
Alevi Sivil Toplum kuruluşları 7 Kasımda Türkiyenin değişik kentlerinde yürüyüşe başladılar.
9 Kasımda Ankarada büyük bir mitingle sona erecek bir yeni eylem dönemine girildi.
Bugün binlerce Alevi, Alevi örgütlerinin ortaklaşa düzenlediği AKPnin gerici uygulamalarını protesto etmek amacıyla miting meydanındalar.
Bu yazı dizisinde Alevi dünyasında neler oluyor sorusuna cevap aradık.
Boynuna Hazreti Alinin kılıcı Zülfikarı takan gençler hangi kimlik talebini ve hangi tepkiyi dile getiriyorlardı?
Cem evleri, dergâhlar, TV kanallarıyla Alevi dünyası bir canlılık yaşıyor. Bu canlılığın arkasında hangi toplumsal talepler yer alıyor?
Geçmişte bir köylü topluluğu olan Aleviler, şimdi şehirlerde, yeni bir değişim ve dönüşüm yaşıyorlar? Bu değişim ve dönüşümün ne gibi sonuçları oluyor?
Aleviler, geleneklerinden ve inançlarından uzaklaşıyorlar mı? Yeni bir kimlikle yeniden kendilerini tanımlıyorlar mı?
Alevilerin çok değişik temsilcileriyle bu yeni dönemi konuştuk. Hacıbektaştaki yeni tartışmalardan, Alevilerin siyasetteki yeni yerlerine kadar aklımıza gelen, merak ettiğimiz her konuyu onlara sorduk, onlardan öğrenmeye çalıştık.
Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemale destek veren Hacıbektaş Postnişini Cemalettin Çelebinin torunu Veliyeddin Ulusoyla Hacıbektaşta konuştuk. Hacıbektaş Belediye Başkanı Ali Rıza Selmanpakoğlu, Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Ali Balkız, Cem Vakfı Başkanı Profesör Dr. İzzettin Doğan, Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu Genel Başkanı Turgut Öker, Ehlibeyt Vakfı Başkanı Fermani Altun, Alevi araştırmacı AKP milletvekili Reha Çamuroğlu, sendikacı yazar Yaşar Seyman, YOLTV Yönetim Kurul Başkanı Necdet Saraç, YOLTVden Birsen Temir, Alevi tarihine ilişkin araştırmalarıyla tanıdığımız Kelime Ata, TBP Genel Başkanı Mustafa Timisi, Hacıbektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez, ve Alevilerin Kemalizmle İmtihanı kitabının yazarı Cafer Solgun Sultanbeyli Cem evinin kadın başkanı Sadegül Çavuş, Alevi dedesi Mustafa Karayünlü gibi Alevi dünyasının bir çok ismiyle konuştuk.
Alevilerin günümüzdeki halini, sorunlarını, taleplerini, aralarındaki ayrılıkları ve geleceğe ilişkin beklentilerini anlamaya ve sizlere aktarmaya çalıştık.
Bu yazı dizisini hazırlarken Ankara Bürosundan Behzat Miser arkadaşım, Hacıbektaşa kadar benimle birlikte geldi. Fotoğrafları çekti, söyleşilerin yayına hazır hale gelmesi için çalıştı. İstanbul İstihbarattan İsmail Saymaz, Cem evlerini dolaştı, dedelerle, Alevi gençlerle, kadınlarla konuştu. Muhsin Akgün İstanbuldaki görüşmeleri fotoğrafladı. Genç stajyer arkadaşlarımız Olcay Can Kaplan ve Ezgi Demir bantların bir çoğunu çözdüler... Hepsine çok teşekkür ediyorum...
Bu yazı dizisinin Alevi gerçeğinin kavranmasına yardımcı olması dileğiyle...
ATATÜRK'Ü KAPIDA KARŞILAYAN POSTNİŞİN TORUNU: VELİYEDDİN ULUSOY
Mustafa Kemal, Milli Mücadeleyi örgütlemek için Anadoluya geçtiğinde en büyük desteklerinden birisini Hacıbektaş dergâhının postnişinlerinden aldı. Cemalettin Çelebi(Ulusoy) Mustafa Kemali dergâhın kapısında karşıladı. Milli Meclisin ilk başkanvekili de olan Cemalletin Çelebi ölünce yerine kardeşi Veliyeddin Çelebi geçti. Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına ilişkin kanun çıkarılınca Hacıbektaş Dergâhı da kapatıldı. O dönemin postnişini Veliyeddin Çelebi, Cumhuriyet yönetiminin uygulamasına sitem ederek içine kapandı.
Şu anda dergâhın postnişini olarak kabul edilen ve Alevi dünyasının en saygın isimlerinden Veliyeddin Ulusoy, Cemaleltin Çelebinin ve Veliyeddin Çelebinin torunu. Kendisiyle Hacıbektaştaki evinde onun deyimiyle dem (evde hazırlanmış şarap) içtik ve söyleşiye başladık.
Kurtuluş Savaşı denince Aleviler akla geliyor; çünkü dedeniz Atatürkü Hacıbektaşta misafir ediyor. Bu dedelik size ne zamandan gelme?
Önce ben şunu düzeltmek istiyorum;biz dede değiliz. Biz, dedelik kurumunu kontrol eden müesseseyiz; dedeleri atayan, azleden ve onları kontrol eden
Ne oluyor bunun adı?
Bu, Hacıbektaş Velinin postnişini oluyor. Bir takım sıfatlar var
İkincisi, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda değil, Osmanlının kuruluşunda da Alevi-Bektaşi düşüncesinin hakim olduğunu görüyoruz. Edebali gibi, Seydali Sultan gibi zatların. Tabii, TCnin kuruluşunda da yine ailemizin, orada da büyük etkisi var. Seydali Sultanı Hacıbektaş Velinin oğlu olarak kabul ediyoruz. Yeniçerilerin kuruluşu, onlardan dua alması vs. Felsefe olarak, düşünce olarak Osmanlının kuruluşunda da, yakın tarihimizde Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda da ailemizin yeri var, yani tarihi bir aileyiz.
Siz,o gün bugündür burada mı doğdunuz, burada mı yaşıyorsunuz?
Bizim zamanımızda lise yoktu burada; eğitim için ayrıldık. Liseyi bitirdikten sonra Avrupaya gittim, üniversiteyi orada bitirdim. 1974de tekrar döndüm buraya.
Niye döndünüz peki?
Bunu anlatmak çok zor. Hacıbektaş görünüm itibariyle çok şahane bir yer değil, ama her nedense buraya bizi çeken bir şeyler var. Hem aile bağları olarak var, hem nereye gidersek gidelim dönüşümüz buraya. Bunun anlatmak zor, gerçekten zor. 11 yıl kadar Almanyada kaldım; bunun 5 yılı çalışmakla, geri kalanı okulla geçti.
Ne yapıyorsunuz burada?
Dönünce Hacıbektaş Belediyesinde Fen İşleri Müdürlüğünde müdürlük yaptım; mimarım ben. Herkes hayret ediyor, Avrupada oku, dönünce de Hacıbektaş Belediyesi'nde mimar ol. Ama pişmanlık duymuyorum. Elimden geleni, gücümün yetiğini yaptım. Bu da benim için bir manevi hizmettir. Ruhen tatminkar oldum.
Kaç kardeşsiniz?
Biz üç erkek bir kız
Ağabeyimi 1986da trafik kazasında kaybettik. Benim bir küçüğüm kız kardeşim;o kış aylarında Ankarada kalır. En küçüğümüz olan kardeşim de İzmirde; oraya yerleşti.
Akrabalar var mı?
Tabii, tabii
Kış aylarında kimse kalmıyor ama yaz aylarında herkes burada olur. Atatürk konusuna biraz değinelim isterseniz. Atatürk, buradan Ankaraya giderken Cemalettin Çelebinin atlı adamlarının koruması arasında gittiğini bilmem biliyor muydunuz? İkincisi, biz aile içinde biliyoruz ama bunun belgesi yok. Cemalettin Çelebi, maddi olarak neyi varsa Atatürke veriyor. Aile içinde hep anlatılır; çok kıymetli bir taş varmış. Bu taş, Balkan Harbi sırasında ailenin sigortası olarak kullanılmak üzere muhafaza ediliyormuş. Cemalettin Çelebinin ölümünden sonra o taş da yok,bir şey de çıkmamış. Hiç şüphesiz, hiç tereddütsüz Kurtuluş Savaşına, Atatürke vermiştir. Bu aile içinde konuşuluyor. Benim adaşım olan ve dedem Veliyeddin Çelebinin bağışlarının belgeleri var ama, Cemalettin Çelebinin belgeleri yok. Atatürk, Cemalettin Çelebi ile görüşürken, ilk kez Cumhuriyet sözcüğünü burada telaffuz ediyor.
Bu taş ne aşı?
Ne olduğunu bilmiyorum, görmedim. Anlatılan ailenin sigortası olan kıymetli bir taş. Zor günlerde kalırsak eğer, o taşı satarak
Bu taş, dedemle birlikte yok oluyor.
Yıllarca Aleviler bu ülkede yok sayıldılar, kendi kimliklerini gizlemek zorunda kaldılar. Osmanlıda ezilen Aleviler, Cumhuriyet döneminde de ezildiler. Siz o dönemi nasıl yaşadınız?
Şimdi bakın, bir duyduğumuz var bir de yaşadığımız. Duyduğumuz şöyle Şimdiki belediye binasının olduğu yerde jandarma karakolu var. O zaman nahiye müdürü (O dönemde Hacıbektaş ilçe değil, kasaba durumunda) buranın kralı ve kraldan fazla kralcı. Ailemi kontrol ediyor sürekli, isyan edeceklermiş gibi haftada bir baskın uyguluyor. Tabii, şikayetler var. Veliyeddin Çelebi ile yani dedemle Atatürkün arasında çok iyi münasebetler olmasına rağmen, ben halen hayret ediyorum neden Atatürke bir telgraf çekilmedi diye. 10-12 kilometre ileride, Kayseri-Ankara karayolu üzerinde bizim bir çiftlik vardı, şimdi bize ait değil. Evimize gelmek isteyenler, oraya gelirlerdi, gizli saklı haberleşerek, evimize gece gelirlerdi. Sakalları kesilmiş, akla gelmeyecek bin bir türlü eziyetler uygulanmıştır. Bunlar cumhuriyet döneminde yapılmıştır. Yalnız, Latife Hanım kitabını okuduktan sonra Atatürkün olaydan haberinin olmadığını anladım; aynı durum Latife Hanımın da başına gelmiş; o da sıkı bir şekilde kontrol edilmiş. Nihayet dayanamamış ve Atatürke bildirmiş durumu. Bildirdikten sonra Atatürk çok sinirlenmiş ve o sıkı kontrol ortadan kalkmış. Aynı durum bizim de başımıza gelmiştir.
Niye bildirmemişler peki?
Biraz çekingenlik var tabii. Böyle de şeyler olmuş. Korkardık biz de tabii
Cumhuriyet döneminde tutuklama, gözaltına alma falan var mı?
Yok
Tutuklama var, fakat aileden birisinin
Çok önemi şeyler değil.
Sizin, Hacıbektaşta açıktan kendinizi ifade ederek toplanmaya başlamanız kaç yılındadır?
60lı yıllardır. O zamana kadar gizli, saklı, çekinerek toplanılırdı
Nerelisin diye sorunca Kırşehirliyiz derdik. Babam, Yozgatta çalışırken, ben çocuktum daha, okula gitmiyordum, 6 yaşlarında. Komşular gelirdi, nerelisin diye sorarlardı, Kırşehirliyim derdim. Hacıbektaş hiç söylenmezdi. Yine 50liyılların sonunda ben Kayseri Lisesinde yatılı okudum. Ramazan geldi, dediler ki, Kim oruç tutacak? Herkes kaldırdı, biz de kaldırdık parmağımızı. 5-6 gün sonra fire vermeye, oruçlar bozulmaya başlandı. Biz inat ettik, sonuna kadar tuttuk. Hayatımın ilk ve son Ramazan orucudur.
Buranın müze olarak açılmasından sonra, rahmetli Ali Celalettin amcam Hacıbektaş Tanıtma Derneğini kurduktan sonra açılım oldu. Törenlerin falan mimarıdır o. O zamandan sonra yavaş yavaş açılmaya başladık; şimdi ise daha mı iyiyiz, yoksa çok tehlikeli bir dönemden mi geçiyoruz
Siz ne düşünüyorsunuz?
Çok tehlikeli bir dönemden geçtiğimize inanıyorum ben. Çünkü, bizi asimile etmek isteyen çok güç var. Fethullahçılardan tutun, Diyanetten tutun, Alman Katolik Kilisesi, İran
Bunların hepsi bizi asimile etmeye çalışıyorlar.
Bin yıl o kadar o kadar zulme dayandıktan sonra
Şimdi gevşedik galiba! Özelliklerimizi kaybettik, şehirleşme bizim geleneklerimizi perişan etti. Çaresi yok, uyum sağlamak zorundayız; böyle bir bocalama dönemindeyiz, zayıf düştük. Ve bizim örgütlerimiz ne yazık ki birliği temin etme yolunda pek adım atmıyorlar. Kısır çekişmeler içindeyiz ve hepsiyle de konuşurum. Hepsiyle de aynı mesafedeyim. Ancak birlik temin etme yolunda ne yazık ki bir şeyler yapamıyoruz.
Hacıbektaşın tarihine geri dönmek istiyorum. Bu büyük törenler ne zamandan beri yapılıyor?
1964den beri yapılıyor. İlk törende izinli gelmiştim. Aile içinde muazzam bir çalışma. Amcam o zaman dernek başkanı
Bütün Türkiyeden insanlar geldi, arabalarla köylere yatmak için misafirler gitti. Zemzem suyu şişeledik; etiketler yapıştırdık. Böyle muazzam bir etkinlikti
Şimdikiler böyle değil, biraz yapay. Gerçek Alevi-Bektaşi geleneklerinin yaşandığı törenler oluyordu. Üzülerek söylüyorum; (Rıza) Yörükoğlunun sözünün hatırlatmak durumundayım: O kitabında diyor ki, biz Alevi-Bektaşileri incelemeden yola çıktık,bu bizim için büyük hataydı diyor. Gerçekten de biz, çok şey kaybettik. Bir bu şehir göçünden, bir de gerçekten bu yola emek vermiş, dedelerin, sadıkların, aşıkların inkar edildiği, kovulduğu bir dönem yaşadık. Şimdi anladılar gerçekleri. Bizim yaşantımızda da sol vardır; o bölüşmüşlük vardır. İslam tarihinde Ebu Zer diye birisi vardır; bu Alevi-Bektaşi tarihinde semahın piri sayılır, Ehlibeytin izinden ayrılmamış bir zattır. Ve tek komünisttir o. Bizim yaşantımızda o sosyal bölüşüm vardır, onun için de biz solun yanındayız. Ortada biz büyük yara aldık ve bu büyük bir gerçektir.
Şimdi nasıl işliyor kurumlar, mesela dedelik kurumu
Aynı şeyler devam ediyor ama o 15.asrın sonundaki dönemde olduğu gibi Hacıbektaş Dergahının Ser çeşme olduğu ve bütün dergahların buraya bağlı olduğu gerçeği şimdi ne yazık ki yaşanmıyor. Nasıl yaşanmıyor; bölünmüş. Osmanlı bizi parça parça etmiş,üç ana gruba bölmüş. Bunlar, Babagan kolu, Çelebi kolu (Benim mensup olduğum) ve Dedegan kolu. Dedegan kolunun büyük bir kısmı bize bağlıdır. Bize bağlı olmayan Dedegan kolu da vardır. Üç ana grupta toplanıyoruz. Bize bağlı olan dedelerin kontrolü yine bizde devam ediyor. Yıllık belgeler veriyoruz yine onlara. Bunlar da iki grupta olur; birisi direkt bağlı olan buraya, diğeri ise dedeler kanalıyla bağlı olan Alevi-Bektaşi toplumu. Direkt bağlı olanlara istediğiniz dedeyi gönderirsiniz belgelerle. O gider orada görevini yapar gelir. Öbür taraftan da kendi taliplerine giderler; kendi taliplerini görgüden geçirir, hizmetlerini yaparlar.
Bunun ne zamandan beri yapıyorsunuz?
Bu devam ediyor, Hacıbektaş Veliden beri devam ediyor. Halen de devam ediyor, gizli saklı devam ediyor. Mevcut yasarımıza göre dedelerin ibadet ettirmesi suçtur. Yasalaşmasını istiyoruz. Laikliği koruyarak yasalaşmalı. Bu tarihi gerçekse eğer, bu devam etmeli. Yasaklasanız da devam edecektir. Nereye kadar yasaklayacaksınız ki? Bu bir gelenek
Şimdi biz dedemize görev verdiğimizde talip soracak o belgeyi. Sen gittin, yundun, yıkandın mı? diyecekler. Bunu bir Hacıbektaş Dergahı yapıyor, Eskişehirdeki dergah yapıyor mu, bilmiyorum. Babagan kolu çok farklı,bilmiyorum.
Sizin buradaki rolünüz nedir? Veliyiddin Ulusoyun Alevi toplumu üzerindeki anlamı ne?
Anlamı, Hacıbektaş Dergahında postta oturan aile anlamındadır.
Günümüz Aleviliği, şehirlerde cem evleri kuruluyor, çeşitli dergahlar var. Bunlar ne anlam ifade ediyor.
Bu bir tepki bence. Sivil toplum örgütleri kurulmaya başlandı; beraberinde de cem evleri de yapılmaya başlandı. Tamam yapılmalı ama bunlar cami gibi, mantar gibi çıkmamalı. Önemli olan onun içindeki insanların yetişmesi, bu daha önemli. Cemevi bir ihtiyaç, bu bir gerçek; cemevleri sırf ibadet yeri olarak kabul edilmiyor; yani bir kültür evi niteliğinde. Orada bir düğün de yaparsınız, bir yemek verirsiniz, ibadet de yaparsınız. Her türlü toplumsal ihtiyacın giderildiği yerler olarak biz onu görüyoruz, işin gerçeği de o zaten. Tarihte, peygamber döneminde de aynısıymış; şimdi Allahın evi oldu. Allahın evinde ticarethaneler var. Cemevlerinde de var?!
Benziyoruz mu diyorsunuz?
Aslında benziyoruz, televizyonda yapılan cemlere bakıyorum; gülbenkler kalkmış, bir kandil gecesi gibi dualar okunuyor.
Uyarmıyor musunuz siz?
Bizim gücümüzün, kolumuzun yettiği yerler belli. Bize bağlı dedeler öyle yapmazlar. Yıllık görgü cemleri olur, örneğin Tokatın bilmem ne köyü kiralar, dedeleri başında cemlerini yaparlar. Onlar televizyonda yayınlanmaz.
Siz mi istemiyorsunuz Televizyonlarda yayınlanmasını?
Yok, gizlimiz saklımız yok. Yayınlanabilir ama orada bir ses, soluk getirmez; kimse duymaz, bilmez, farkında değildir.
Alevilerin yeni örgütlenmelerine ne diyorsunuz? Destekliyor musunuz?
Tabii destekliyorum. Ama örgütler arasında problemler de olmasa.Yoksa örgütlenmek zorundayız. Bugün Avrupanın en büyük örgütü bizim Alevi Bektaşi Konfederasyonu. Bugün Avrupa Parlamentosunda ağırlığı olan bir sivil toplum örgütü
Bugün 50-60 bin kişiyi sokağa dökebilecek bir örgütümüz var. Haa, Konfederasyon başkanıyla yüzde yüz aynı düşüncede miyiz? Olmayabiliriz. Ama onun destekçisi olmak zorundayız.
Hacıbektaş Belediye Başkanı ile Alevi örgütleri arasındaki gerginlik hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben siyasal bir şey söylemek istemiyorum. Şimdi bakın, Belediye Başkanımızın yaptığı bazı şeyleri tasvip etmiyorum; bu bir gerçek. Ama Hacıbektaş Belediye Başkanı olduğu için de saygı duyuyorum. Hacıbektaşımız, biri de ben olmak üzere destekledik ve seçtik.
Alevi kesiminin bir takım istekleri var. Bunu ilave etmek istediğiniz şeyler var mı?
Bunları ben de destekliyorum. Benim söylemek istediğim, bizi bize bırakmalılar. Bize farklı gömlek giydirmek istememeliler. Yani, ne ise o olmak istiyoruz, hiç müdahale edilmeden. Hiç müdahale edilmesin bize. Kendi inancımızı, kendi sosyal yaşantımızı yaşamak istiyoruz. İlle de bize benzetelim, inancınızın, kültürünüzün yanında olalım
Bu bize yapılacak en büyük hakaret. Ama ne yazık ki, hep bunun hücumu altındayız, hep benzetilmek isteniyoruz. Ve bunlarda çok da başarılılar, özellikle Fethullahçılar.
Fethullahla sizin ne alakanız var? Nasıl bir ilişki var Alevilerle Fethullah arasında?
Dost olmak istiyorlar bizimle. Gençlerimizin beyni yıkanıyor. Sınavlarda iyi puan almış birisinin daha kayıt yaptırırken yanlarına alıyorlar. Gidiş o gidiş.
Fethullahçı Alevi çocukları var mı?
Çok, hayal bile edemeyeceğiniz kadar çok. Ve bizi beğenmiyorlar, biz yanlış yapıyormuşuz diyorlar. Ama Alevi-Bektaşi olduklarını biliyorlar. Ve pırıl pırıl da zeki çocuklar hepsi. Toplantılarına çağırdılar beni, birkaç defa katıldım. Gördüğüm farklı bir takım insanlar oluyor. Sayı olarak bilemiyorum, son bildiğim 2 yıl kadar önce yetişmiş doktor, mühendis, avukat, her meslekten olan kalabalık bir grupla bir araya geldim. Onlarla bir kadeh şarap içemezsiniz. Onlarla, Aşk olsun, aşkın cemal olsun diyemeyiz. Veyahut da cemde gönülleri birlememiz mümkün değil.
Hacıbektaş Dergahına girdim. Orada cami var, ibadet etmek mümkün. Sizin kanunen cem yapmanız mümkün mü?
Yok, değil. Bence cem yapılmamalı orada. Eskiden cem yapılırmış orada; şimdi müze olarak kalsın ama belediyeye devredilsin. Benim istediğim budur. Bizim örgütlerimiz ailemize iade edilmesini istiyorlar. Müze olarak Hacıbektaş Belediyesine devredilmeli, tabii bu hayal. Bakanlar Kurulu kararı, yasa gerekli bunu için. O zaman Hacıbektaş Belediyesinin maddi yönden bir sıkıntısı olmaz. Ora müze olarak kalmalı, ora korunmalı, ora kirletilmemeli. Buna karşılık
Bakın eski Belgrat gelir aklıma; bir eski Belgrat vardır, bir de yeni. Buraya çok büyük bir cem ve kültür evi yapılmalı.10-15 bin metrekare. Gelen misafirler orada ağırlanmalı, Hacıbektaş Dergahının işlevi orada görülmeli. Ama burası tertemiz müze olarak kalmalı.
Alevilerin buna gücü var
Birlik olsak her şeye yeter gücümüz. Ama bizim darma duman haldeyiz.
Çok da dağınık değilsiniz
Dağınık olmasak, siyasi yönden bir ağırlığımız olur.
Şehirleşen Alevilik dediniz. Alevilik kendini yenilemeli mi ,günümüz koşullarına uyarlanmalı mı?
Bizim geleneklerimiz ve kanunlarımız köy ortamına göre ele alınmıştır. Örneğin musahiplik
Bizim yol kurallarına göre, musahiplerden biri suç işledi mi, öbürü de yoldan kalır. Yani düşkün olur. Şimdi düşünelim, musahiplerden biri Almanyada, diğeri Türkiyede
Türkiyedeki suç işliyor, Almanyadaki suçlu oluyor. Böyle bir saçmalık olabilir mi? Evvelden köydelermiş, herkes 24 saat berabermiş. Sen suç işleyeceksen, diğerinin haberi oluyor. Ve mani oluyor. şimdi nasıl mani olacak
Halbuki musahiplik, Aleviliğin bugüne gelmesinde çok önemli rol oynamıştır. Ama bugün miadını doldurmuş. İlle de musahip olmak isteyene mani olmam ama ille de yola musahiple çıkılacak diye bir şey olmamalı. Buna benzer daha birçok şeyler var. Zaman içerisinde
Biz yeniklere çok da açık bir toplumuz, zamanla değişecektir. Dayatmayla olmaz. Toplum, kendi kararının kendisi verecektir.
Aleviliğin bölünmesi nasıl çözülecek?
İranda Şiilik var; kendileriyle Ehlibeyt dışında hiçbir ortak yanımız yok. Bizde kadının yeri gerçekten çok farklıdır. Pratikte böyle değil ama kadının yeri çok ayrıdır. İnancımızda kadın bir adım daha öndedir. Bu geçiş dönemidir.
|