Oniki Imamlar
ALEVİ BEKTAŞİ KÜLTÜR MERKEZİ DUİSBURG
Home Alevilik Merkezimiz Etkinlikler Duyurular Resimler Turnamspor Deutsch
AABK - AABF - ABKD Gençlik Kolu - Ziyaretçi Defteri - Makeleler ve Yorumlar - Web Arama - Impressum
 . Ziyaretçisiniz                                                                                                                                    

-ÖNEMİ LİNKLER-












Alevi Kültür Merkezleri (AKM ) hangi konularda daha aktiv çalışmaları gerekiyor?
Alevilik Öğretisi
Dünya Politikası
Türkiye Politikası
Almanya Politikası
Yerel veya Bölgesel Politikalar
Sonuçlar


Sponsored
MAKALELER VE YORUMLAR




DİYANETİ KAPATMAK İÇİN 35 NEDEN VAR
Velayettin Ulusoy`la söyleşi
BU RAKAMLARA DİKKAT



DİB kurumu kapatılmalı, çünkü….

Bir, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü, demokratik, laik, sosyal ve bir hukuk devletinin asli görevleri arasında din ve dindar üretmek gibi bir sorumluluk/görev bulunmamaktadır.

İki, DİB Kurumu kapatılmalı, çünkü, devlet vatandaşının vicdanına ve dini hayatına ait özgürlük alanına müdahale edemez, toplumu tek tipleştirilmiş resmi din kalıbının içine hapsedemez.

Üç, DİB Kurumu kapatılmalı, çünkü Anayasa’da devlet adına resmi bir din olmamasına rağmen, Sünniliği, resmi bir din gibi tanımlayıp, fiilen bu dinsel kimliği yurttaşa dayatıyor. Diyanetin hizmetlerinden doğrudan yararlanan Sünni inançlı yurttaşlarımız, devletin kendi vicdanlarına doğrudan müdahalesiyle karşı karşıyadır. Sünnilik ve Sünniler üzerindeki bu resmi dayatma ve resmi teolojik kalıplar, aynı şekilde başta Aleviler olmak üzere diğer farklı inanç sahiplerini de dayatılmak istenmektedir. Bu ise devletin diyanet aracılığıyla, inananla inanılan arasındaki özgür, sivil ve ruhani kalması gereken alanın özgürlüğünü hiçe saydığının göstergesidir. Dolaysıyla doğrudan bir hak ihlalidir.

Dört, DİB Kurumu kapatılmalı, çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı kurumu, yargının bağımsızlığına gölge düşürmektedir. Ülkemizde yargı sistemi ve gerekse TBMM, “din, vicdan ve inanç özgürlüğü” hususlarında evrensel ve ulusal hukuk ilkelerine göre değil, diyanetin fetvalarına göre hareket  etmektedir. Örneğin Aleviler ve gayri Müslimler tarafından açılan “din, vicdan ve inanç özgürlüğü”ne ilişkin tüm davalarda, yargı ve TBMM Diyanet İşleri Başkanlığının görüşlerine başvurmuş ve kararlarını buna göre vermiştir.

Beş, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye’nin bilimsel, aydınlanma, çağdaşlık ve akıl rehberliğinde gelişmesinin önünde kurumsal ve fikri olarak engel teşkil etmektedir. Türkiye’nin geleceğini hangi aklın tayin edeceğine dair tercihler DİB’na bırakılamaz.

Altı, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü Türkiye’de istihdam yaratmak, sosyal hizmetlerin kamusal alanda güçlendirilmesi için ayrılması gereken yatırım bütçeleri, diyanete aktarılmaktadır. 2009 yılı bütçesinden Diyanet İşleri Başkanlığı'na 2 milyar 454 milyon 275 bin TL bütçe ayrılmıştır. Bu bütçenin oluşumu gerek hukuksal, gerek ahlaki, gerekse dini açıdan “helal” değildir. Diyanet bütçesi tüm toplumsal kesimler tarafından onaylamamaktadır. Nüfusun yüzde 12’sinin işsiz olarak yaşadığı, yoksulluğun giderek arttığı, günde 1 dolar ile geçinmek zorunda kalanların sayısının 5 milyonu bulduğu Türkiye’de, bu bütçe bir sosyal devlet bütçesi değildir. Bu bütçe sosyal hizmet değil, dindar üretme bütçesidir.

Yedi, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü, çok inançlı toplulukların ve inanmayanların yaşadığı Türkiye’de tek bir inancın lehine kamusal hizmet üretmektedir. Anayasal olarak “laiklik güvencesi” sunan Türkiye’de devlet dini alanlara yatırım yapamaz. Din kadrolarına devletten maaş veremez. Devlet ve hükümetler eliyle dini yapılanmanın önünü açamaz.

Sekiz, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü bu kurum sadece vicdana değil, özel alana ve hayata müdahale etmektedir. DİB “birlik ve bütünlük” adı altında, toplumun yaşam alanlarına müdahale ediyor, kendi kurallarına göre özel hayat düzenlemeği hedefliyor, kamusal ahlak bekçiliğini elinden bırakmıyor.  “İslam Dini’nin inanç, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işlerini yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek. (633 S.K. md.1)”  Diyanet bir “Ahlak esası” belirleme kurumu olamaz. Diyanet din hocalığının yanı sıra Ahlak hocalığı yapması asla kabul edilemez. Kendi varlığı ahlak kuralları ile çelişen bir kurum, ahlak esasları belirleyemez.

Dokuz, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü gericiliğe ve irticaya karşı tedbir olarak kurulan, “devlet denetimi altında din hizmeti” vermeyi hedefleyen Diyanet İşleri Başkanlığı kurumu irticai ya da şeriatçı girişimleri denetleyemez. Aksine besler. Nakşibendi Tarikatı Lideri Zahid Kotku, hakkında davalar açılan Fethullah Gülen, Aczimendi Tarikatı’nın lideri, radikal İslamcı Müslüm Gündüz, Almanya’da “Anadolu Federe İslam Devleti”ni kurduğunu iddia eden ve silahlı mücadeleyi savunan Cemalettin Kaplan Diyanet kökenlidir.  Dolaysıyla denetim altına alınması gereken tehdit ve irtica diyanetin tam da kendisidir.

On, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü laik ülkelerde Diyanet gibi kamusal bir kurumun varlığına müsaade edilmez. Çünkü devlet dinini temsil eden kurumlar özgür ve bağımsız davranamaz. Devlet dini olmaz, İnanmak devlete değil, kişiye özgüdür.

Onbir, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü, DİB kurumu siyasi İslamcılığı besleyen, siyasal İslamcı faaliyetlerin beslendiği/desteklendiği, nemalandığı anti laik odak özelliğine sahip bir yapıdır. Dönem önem ülkemizde haklarında hukuksal dava açılan, “anti laik odak olma” durumunu yaratan siyasal adreslerin varlığı bilinir. Bu nedenle asıl mücadele “Anti laik odakları” yetiştiren ve besleyen bu kurumlara karşı yürütülmelidir. Çünkü hukuken Diyanetin gözetiminde olması gereken camilerin denetimi, cemaatlerin ve tarikatların kontrolü altındadır. Dinsel hizmetlerin yanı sıra camilerde “bağış” adı altında toplanan trilyonlarca paranın nasıl, nerede ve kimler aracılığıyla kullanıldığı bilinmemektedir. Camilerin daha örgütlenme mekanları haline geldiği ülkemizde, anti laik odakların aranacağı adresin kendisi, Diyanet İşlerin Başkanlığının tam da kendisidir. Kapatılma davası açılacak kurumda DİB’dır.

On iki, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü DİB Kurumu sadece Türkiye’de değil, yurt dışında bir çok ülkede misyonerlik faaliyetlerini yürütmektedir. Avrupa ülkelerinde siyasal İslamcı sivil yapıların, derneklerin desteklenmesini sağlamıştır. Desteklenen bu yapılar ve dernekler Türkiye’deki siyasal İslamcı akımlara ve partilere maddi ve manevi destek vermiştir. Diyanet Avrupa’da yaşayan Türkiyeliler arasındaki ayrışmanın ve kutuplaşmaların tetikleyicisi olmuştur.

On üç, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü  DİB kurum, devlet adına yurttaşlarımızı resmi Sünnilik anlayışı üzerinden dindarlaştırmak ve İslamizasyonu yaygınlaştırmayı hedeflemektedir. Yani inanan insanın vicdanındaki islamı değil, siyasi ve sömürü haline dönüştürülmüş “siyasal İslamcılık” merkezi haline dönüşmüştür.

On dört, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü, Türkiye’de farklı dillerde sıkıntıların ve yasakların varlığı bilinirken, farklı inançların varlığı yok sayılırken, DİB 14 değişik dilde bir çok ülkede sınır ötesi resmi Sünnilik propagandası yapmaktadır.

On beş, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü, 3.5 milyon Türkiyelinin yaşadığı Avrupa ülkelerinde, laiklik, siyaset, hukuk, kültür ve dış politika üzerinde devletin diplomatik gücünü artırmak yerine, DİB kurumu küresel islamizasyon ve misyonerlik faaliyeti için yurt dışı temsilciliklere imam ve din ateşleri gönderiyor. Dış temsilcilik eliyle misyonerlik yapan bu kurum, farklı dinlerin Türkiye’de misyonerlik faaliyeti göstermesini yasaklamaktadır. Hatta Diyanet Vakfı tarafından yayınlanan “Hıristiyanlık Propagandası ve Misyoner Faaliyetleri” isimli kitapta şunlar belirtiliyor: “Bilindiği üzere ülkemizde her ne şekilde olursa olsun Hıristiyanlık propagandası yapmak suçtur. Böyle propaganda yapan bir sahsa rastlarsak onu da en yakın emniyet makamına bildirmek aynı zamanda vatandaşlık görevidir”; “Ülkemizde Hıristiyanlık propagandası yapmak kanunen suçtur.” Devlet imkanlarıyla siyasal İslamcı misyonerlik faaliyetleri yapılırken, farklı inançların misyonerlik faaliyetlerini “yasadışı” görmek, çelişkinin ve çifte standart politikanın göstergesidir.

On altı, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü, devlet DİB kurumu eliyle toplumsal kesimleri din esasına göre resmi bir kalıba dökmektedir. Yanı diyanet “yurttaş” yerine “kul” yaratmanın diğer adıdır. Çünkü DİB inanan vatandaşın din işlerine ve ihtiyaçlarına değil, devletin din işlerine ve ihtiyaçlarına odaklanmıştır. Devletin asli görevi, çağdaş, akıl, bilim, eleştiri ve sorgulama hakkını kullanabilen yurttaş eğitimini esas almalıdır.

On yedi, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü DİB Kurumu vicdanı temsil edemez, vicdana sığamaz ve vicdanı şekillendiremez. Dolaysıyla özgürlük karşıtı bu kurumun kendisi, hak ve özgürlük ihlalinin adresidir.

On sekiz, DİB Kurumu kapatılmalı, çünkü Türkiye’de farklı inançlar ve inanmayanlar üzerinde sosyal baskı mekanizmalarını yaratıyor. Mahalle baskısının arkasında, camilerde görev yapan ve siyasal İslamcı partilere oy vermeyenin “cehennem ateşinde yanacağını” buyuran imamlar kadrosu var. Diyanet kadroları siyasal islamcı partilere oy kazanmak için toplumun, dini duygularını istismar etmektedirler.  Dini  konular ve hassasiyetler üzerinden kurulan siyasi ilişkilere diyanetin memurları aracı olmaktadır. Dini duyguların siyasete alet edilmesine ve laik ve demokratik Ülkerlerde bu türden davranışlara müsaade edilmez.

On dokuz, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü DİB Kurumu sağ politikaları, siyasal İslamcı odakları ve kendisiyle aynı çizgide olan sendikaları, siyasal partileri destekliyor.  Siyasi olarak bağımsız davranmıyor. Örneğin sağcı, İslamcı ve AKP yandaşı olan DİYANET SEN 42 012 imam üyesi ve yine sağcı ve Türk İslam Sentezi çizgisinde duran TÜRK DİYANET VAKIF-SEN’ in 23,635 üyesi varken, sol ve sosyal demokrat çizgide duran KESK’e bağlı DİVES’in sadece 364 üyesi vardır.

DİB kurumu Memur sendikaları arasında ayrımcılık yapmaktadır. Diğer bir çarpıcı örnek ise, AKP yandaşı gibi faaliyet sürdüren DİYANET-SEN Diyanetin resmi görüşüne bağlı kalarak, Diyanet benzeri açıklamalar yapıyor. DİYANET-SEN son basın açıklamasında “Aleviler Müslüman’dır ve Müslümanlığın ibadethanesi de Camiidir. Cemevlerini camiinin alternatifi gibi görmek son derece yanlıştır” gibi resmi ezberlerin mesajlarını vermektedir. Bu sendikaların üye sayısı AKP ve DİB kurumun desteğiyle artmaktadır. Bunun en somut kanıtı ise 2002 yılında 11 bin 142 üyesi olan DİYANET SEN’in AKP ve DİB kurumunun desteğiyle üye sayısını 2008 yılına kadar 42 bin 12’ye çıkartmıştır.

Yirmi, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü Diyanet haksız yollardan vergiden pay alıyor. dinsel örgütlenme aracılığıyla ve toplumsal kesimler üzerinde hegemonya kurmak ve güç olmak için her yurttaştan haksız vergi almaktadır.  Devletin bu dinsel yapılanması rızamız olmadan, DİB Kurumuna yılda en az 403 TL vergi ödemek zorunda kalıyoruz. Laik devlet anlayışına zıt olan bu uygulamanın en ilginç tarafı her kesimden toplanan bu paraların resmileşmiş Sünni İslam anlayışı için harcanmasıdır. Diğer dini görüş ve anlayışlara yaşam hakkı tanımayan bu sistem, ibadet yeri ve şekli konusunda özgürlük vermediği Alevi vatandaşlarımızdan topladığı vergileri de Diyanet’e aktarmaktadır. Bu, insani hak ve özgürlükleri baskı altına alıcı ve kısıtlayıcı bir tutumdur. Türkiye’de şu anki vergi mükellef sayısı 6 milyon 89 bin kişidir. 2009 yılında Diyanete ayrılan bütçe ise 2 milyar 454 milyon 275 bin TL’dir. Yani her vergi mükellefi Türkiye’de DİB kurumuna 403 TL vergi veriyor.

Yirmi bir, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü dinde zorlama olmaz ilkesini, Diyanet ihlal etmektedir. Diyanetin makro söylemi, zorla inandırma söylemidir. Örneğin zorunlu din derslerinin devamını her fırsatta ifade etmesi, zorla din öğretmeyi benimsediğinin kesin ifadesidir.

Yirmi iki, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü DİB kurumun resmi açıklamaları, yazılı belgeleri, kadınlara, inanmayanlara ya da farklı inanç sahiplerine yönelik ayrımcılık uygulamaktadır. Bu nedenle DİB kurumunun cinsiyeti erkek ve dili ayrımcıdır.  Mesela kuruluşunun üzerinden 84 yıl geçmiş olmasına rağmen,halen bir kadın Diyanet kurumuna Başkan olmamıştır.   82 ilin müftüsü erkektir. Aralarında tek bir kadın dahi yoktur.  Farklı inançlara karşı kullandığı dil tekçidir. Erkek dilidir. Ayrımcı dildir. Sünniler dışında farklı inanç sahibi kişiler DİB kurumunda işe giremez. Hatta hizmetlerinde bile ayrımcıdır.  Örneğin,  “çatışmada öldürülmesi halinde, yol kesen ve meşru devlet düzenine isyan suçu işleyenlerin cenaze namazlarının kılınmayacağım" diye açıklama yapmıştır. Kısacası Diyanet “ya benim gibi erkek, Sünni-Hanefi hatta Vahabi olacaksın, yoksa seni tanımam”  demektedir. Diyanet 100 bin üzerinde camiden sorumludur. Ayrımcılık uygulamasının merkezi olduğundan, tek bir cemevi, kilise, sinagog ve Budist tapınağına  destek sunmamış ve tanımamıştır. (Y.N. zaten Aleviler ve gayri Müslimler devletin din işlerine karışmasını, din, vicdan ve inanç özgürlüğüne aykırı olduğu için eleştiriyor ve vicdana müdahale olduğu içinde destek ve din görevlisi talebi yoktur. Sadece ayrımcılığın gösterilmesi için bu örnek verilmiştir.)

Yirmi üç, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı “baş örtüsü dini gerekliliktir” diye kamusal hizmet adına fetva veremez. Başörtüsü “gerekliliktir” dayatmasını devlet adına yapması, başörtüsünü gerekli olarak görmeyenlere yönelik baskı söylemidir. Mahalle baskısına güç vermektedir.

Yirmi dört, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü bu kurum siyasi partilerin program ve söylemlerine yasak getiriyor. Düşünce özgürlüğünü engelliyor. Örneğin, Siyasi Partiler Yasası'nın 89. maddesine göre, partiler Diyanet'in kaldırılmasını istemiyor.

Yirmi beş, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü inanan ile inanılan arasında aracı kuruma gerek yoktur. Yani dini duygular ve insanın vicdanı bir kuruma teslim edilemez.

Yirmi altı, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü siyasi partiler, oy kazanmak uğruna, diyanetin anti laik yapısını görmezden geliyor. DİB kurumunun devasal gücü karşısında bu kurum üzerinden din istismarlığı yapıyorlar. Bu kurumun varlığı, siyaset üzerinde tehlikeli ve anti demokratik bir vesayet uygulamaktadır. DİB ve DİYK’nun siyaset üzerinde dinsel vesayeti ancak bu kurumlar kaldırılınca kalkacaktır. Çünkü demokratik bir ülkede siyaset dinsel ve askeri otoriterliğin vesayetinden özgürleşmediği sürece, gerçek bir laiklik ve demokrasiden söz edilemez.

Yirmi yedi, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü imam-hatipler yoluyla, devlet din adamı yetiştirmekte ve işsiz kalmalarını önlemek için DİB kurumunda istihdam etmektedir.  DİB ve İHL ilişkisi, devletin dine bir müdahalesi olduğu gibi, tersten bakıldığında dinin devlete bir müdahalesinin resmidir.

Yirmi sekiz, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü bu kurum farklı değerlerin, farklı kültürlerin ve farklı ahlak algılamalarının bulunduğu ülkemizde, Sünni İslam inancının  ahlak esaslarına göre tek tip milli ahlak ve milli kültür inşa etmeyi hedeflemiştir. 1924 yılındaki kuruluş yasasındaki bu türden görevi ve yetkisi olmayan diyanet, maalesef, kendisini laiklikten ve sosyal demokrasiden yana olduğunu iddia eden, CHP’nin  1947 yılında yaptığı kurultayda “komünizm tehdidine karşı, soysal ve siyasal çözülmeye karşı, İslam ahlakının öne çıkarılması ve Diyanet İşleri Başkanlığının güçlendirilmesi ve din derslerinin tekrar okul müfredatlarına alınması ”  yönündeki görüşleri ve kararları sonucu, Diyanet İşleri Başkanlığı 1961 yılından itibaren Sünni İslam ahlakı üzerinde tek tip milli ahlak ve mili kültür inşa etmek amacıyla, demokratik olmayan bu yolla, topluma bir tür resmi ve ideolojik ahlak üniforması giydirmektedir. Bu insan haklarına, bireysel ve kolektif temel haklara aykırı bir görev tanımıdır.

Yirmi sekiz, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü, DİB farklı inanç gruplarını temsil etmediğini, 05.12.2003 tarihli basın açıklamasında  “Başkanlığımızın, kendine verilen bu kanunî görevleri yerine getirirken ürettiği pratik hizmetler şunlardır: Cami eksenli din hizmetleri…”  şeklinde itiraf etmiştir. Öyleyse bu itirafı yapan kurum Anayasanın 10. maddesindeki eşitlik ilkesini ihlal etmektedir. Bu açıklamanın kendisi, başta Aleviler olmak üzere farklı inanç gruplarının, Diyanete yönelik “tekçilik ve ayrımcılık” eleştirisini haklı olduğunu göstermektedir.

Yirmi dokuz, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü, Diyanet İşleri Başkanları siyasi tarafsızlık ilkesini ayaklar altına alıyorlar. Anayasa’nın 136. maddesine göre, Diyanet İşleri Başkanlığı "laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirmekle yükümlüdür.”  Fakat DİB kurumuna başkanlık yapan hiçbir başkan “siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında” kalamamıştır.  Siyasi olarak taraf olmuştur.  Tüm Diyanet İşleri Başkanları göreve gelmeden önce, görev sırasında ya da görev sonrası siyasi görüş ve düşüncelere taraf olmuştur. Anayasa’daki bu ilkeye aykırı davranışlarının somut örneklerini birlikte hatırlayalım; Diyanet İşlerinin ilk başkanı olan Rıfat Börekçi,  başkanlığı öncesi, I. Meclis Manisa CHP milletvekilliği, Diyanet Başkanlığı sırasında, CHP Ankara Heyeti Başkanlığı görevlerini yürüttü.  Eyüp Sabri Hayırlıoğlu, Diyanet İşleri Başkanlığı öncesinde, II. Mecliste CHP milletvekilliği yapmıştır. Diğer bir Diyanet Başkanı, İbrahim Elmalı ise MP ve DP milletvekilliği yapmıştır. DİB Başkanı Lütfi Doğan’da  MSP,RP ve FP vekilliği yapmıştır. Dr. Lütfi Doğan ise Ecevit döneminde CHP vekilliği ve Diyanetten sorumlu bakanlık yaptı.  Yaklaşık 9 yıl Diyanet Başkanlığı yapan Tayyar Altıkulaç ise sırayla DYP ve AKP milletvekilliği yapmıştır.  Mustafa Said Yazıcıoğlu ise 4.5 yıllık Diyanet Başkanlığı sonrasında AKP’de milletvekili oldu. Şimdi AKP adına Diyanetten sorumlu Bakanlık yapıyor. Mehmet Nuri Yılmaz ise DP’den milletvekili adayı olmak için çalıştığı basına yansıyan bilgiler arasındaydı. Kısaca Milletvekilliğinin ve Bakanlığın diğer bir yolu ise DİB üzerinden geçiyor. Yukarıdaki bu örnekler DİB kurumu siyasi tarafsızlık ilkesini yitirmiş, siyasi ve cemaatçı çevrelerin cirit attığı ve “siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında” kalamadığı bir kurumdur.

Otuz, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü, bu kurum üzerinde yaygınlaştırılan dindarlaşma ile TBMM kütüphaneleri boşalırken, 1970’li yıllarda Ankara Kocatepe camisini, 1989 yılında TBMM Camisini yapımı vatandaşın vergisiyle gerçekleştirilmiştir. Bu kurum yasal olarak sadece “Cami ve mescitleri hizmete açmakla”  görevlendirilmiştir. Oysa vatandaşların paralarıyla yapılan yeni camiler, daha çok bir ticarethaneye dönüşmüş, marketli, kafeli, restaurantlı ve dükkanlı komplekslere dönüştürülmüş ve denetimleri ise giderek kaybolmuştur. DİB Türkiye’de 90 bin cami ye (yarısından fazlası denetim dışı kalmış) hizmet verirken, ülkede çağdaş eğitim verecek okulların sayısı ise 54 binle sınırlı kalmıştır.  Devlet DİB aracılığıyla  öğretmen ve doktor yerine imam yetiştirse, okul ve hastane yerine cami yaptırımını teşvik ederse, kütüphane, lisan ve bilgisayar kursları açmak yerine kuran kursu açarsa, toplumun çağdaş ve bilimsel normlara göre gelişmesi durdurur ve bu dünyanın ihtiyaçlarına  cevap verecek sosyal kamu hizmetlerine kavuşmasına engel olur.

Otuz bir, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü DİB kurumu kamu kurumlarına dinci kadroları diğer kamu kurumlarına, bakanlıklara aktarmak için ara istasyon görevini üstlenmiştir. Son 6 yıldır binlerce kişi DİB kurumunda diğer kamu kurum ve kuruluşlarına geçmiştir. İmam Hatip ve İlahiyat kökenli kadroların diğer kamu kurumlarına alınmasının arkasında ideolojik hesapların olduğu da gözden kaçmamalıdır. Bu ise DİB üzerinden dinci kadrolaşmanın göstergesidir.

Otuz iki, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü Diyanet kurumu inançlı insanların vicdanını laik devletin merkezi idari makamında hazırladığı “Cuma hutbeleri” ve bunları vatandaşın vicdanına sokmak zorunda olan devlet memuru imamlarla düzenlemesine örnek olarak gösterilecek başka bir AB ülkesi yoktur.

Otuz üç, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’nun Mekke’de yapmış olduğu  “Cemevi’ni, Cami’nin alternatifi olarak göstermek mümkün değildir!. Diyanet’in dışında bir Alevi Diyaneti kurulması yönündeki görüşlerin Cumhuriyetin kazanımlarına uygun değildir.”  Seklindeki açıklaması, bu kurumunun hangi çelişkiler üzerinde durduğunu gösteren belge niteliğinde bir itiraf olarak okunmalıdır. Çünkü bu açıklama bize, devletin din hizmeti Sünnilik için olunca “Laik cumhuriyetin kazanımına uygun” olarak ifade edilirken, söz konusu Alevilerin talepleri olunca, Diyanet İşleri Başkanlığı bunu “cumhuriyet kazanımına aykırı” olarak olduğunu ifade ederek, bu kurumun tekçilik, tekelcilik ve “laik cumhuriyet” karşıtlığı üzerinde örgütlendiğini belgelemiştir. Eğer, laiklik ve cumhuriyet hassasiyeti ve bu ilkeleri geliştirmek konu olursa, sadece Türkiye değil, tüm dünya bilir ki, Alevi toplumu bunun öncülüğü yapar.

Otuz dört, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı, Alevilerin inanç ve kültür merkezleri olan cemevlerini engellemek için, Alevi köylerine zorla cami yaptırarak, Sünni-Hanefi inancını zorla aşılanmayı hedeflemiştir.  Oysa evrensel hukukta yer almış olan din, vicdan ve inanç özgürlüğü ilkesine göre, ibadet yeri olan cemevinde, ibadet şekli olan cem’inde “benim kabem insandır”  öğretisine bağlı Alevi yurttaşına, camide insan yerine kıble göstermek, DİB’nın hak ihlali örneklerinden birisidir.

Otuz beş, DİB kurumu kapatılmalı, çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı, “inanmama hakkına” saygı duymayan ve yine evrensel hukukla, “inanma hakkı” gibi, güvence altına alınmış olan “inanmama hakkı” karşısında sosyal baskı mekanizmalarını üreten kurum haline gelmiştir. Türkiye’de ateist olanlara yönelik, rencide edici, küçümseyici, cezalandırılacak zümre olarak topluma sunulmasını sağlayan ve önyargıları artıran yayın ve demeçleri ile Diyanet, toplumsal barış ve huzura zarar vermektedir. İnanmayanların ve farklı inanç sahiplerinin vergisiyle ayakta duran bir kamu kurumunun, ayrımcılık ve ötekileştiren dil üreten tutumu bile, bu kurumun kapatılması için yeterlidir.

DİYANETİN 2013 STRATEJİK PLANI, DİB’NIN ANTİ LAİK ODAK HALİNİ GÜÇLENDİRMEYİ HEDEFLİYOR

Son olarak gelmekte olan yeni bir diğer tehlikenin haberini şimdiden vererek, DİB’nın 2013 yılına “Diyanetin Stratejik Hedefleri”ne kısa bir vurgu yaparak bu bölümü kapatalım.  DİB’nın yeni  “Stratejik Hedeflerimiz” başlıklı acil eylem planı, Türkiye’de kamusal imkanlar kullanılarak, siyasal İslamcılık ekseninde dindarlık ekseninde yeni bir toplum mühendisliğini devreye sokulduğunu, bu “stratejik plan”da okuyabiliyoruz.  Diyanetin yeni stratejinin ilk hedefi, “Kadınların, erkek egemen toplumun kontrolü altında tutulmaya çalışılması ve dahası köleleştirilmesi” amacı taşıyor. Stratejik planda “Kadınlara yönelik irşat faaliyetlerini geliştirmek” diye başlayan planda,  kadınlara doğru yolu göstermek için bir çalışmanın başlatılması hedeflenmiştir. Kadının doğru yolda olmadığını ve kuranın esaslarına göre doğru yola getirilmesi sağlanacakmış. 

Diyanetin stratejik planına göre, “Cuma namazı kılma vaktinin mesailere göre düzenlenmesi” hedefi yerine getirilmelidir. Cuma günleri ortalama 20 milyon kişinin camiye gitmesinin azlığına karar verilmiş olmalı ki, toplumu camilere daha fazla gitmesini sağlamak için, dinin mesailere uydurulması hedeflenmiştir.

Diyanetin 2013 strateji planının diğer bir hedefi ise, “Her yıl 100 din görevlisi Arapça öğrenimi için Arap ülkelerine gönderilecek” ve ayrıca “200 pilot camide kütüphane, çay ocağı, derslik, çok amaçlı salonlar açılması ve sosyal aktivitelerin artırılması amacıyla sosyal içerikli programlar düzenlenmesi”ne ulaşmak olacakmış.  Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığının görevleri arasında olması gereken bir çalışmayı, dindarlaştırma projesi üzerinden yürütmek, aynı zamanda Milli Eğitim Bakanlığının ait alanı, Diyanetin alanına taşımak gibi sinsi bir planı da açığa çıkarmıştır.
Türkiye’nin kütüphanelere, eğitim-etüt dersliklerine ve çok amaçlı  sosyal tesislerin açılmasına ihtiyacı vardır. Fakat bu ihtiyacı karşılayacak kurum, Diyanet İşleri Başkanlığı değil, Milli Eğitim  Bakanlığı, Turizm ve Kültür Bakanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığıdır. Diyanet İşleri Başkanlığının tüm bu strateji planı anti laik odak halini güçlendirmekten başka hiçbir amaca hizmet etmeyecektir. Dolaysıyla siyasi partilerin, “cumhuriyetin kazanımlarını ve laikliği korumak” olduğunu iddia eden kesimlerin, Diyanetin 2013 Stratejik Planı karşısında sus pus kalması ise, felaketin ayrı bir göstergesidir. Devlet memurlarını Batı normalarına göre değil, Arap İslam Cumhuriyetlerinde 1 yıl süreyle eğitmek ise, Türkiye’nin yeni yönelimini göstermek açısında çarpıcı değil mi?

“Peki DİB Kapatılsın Ama, Yerine Ne Konulmalıdır” diye soranlara;

ÇÖZÜM İÇİN  12 MADDELİK ÖNERİ VAR

Bir, din ve devlet işlerini birbirinden tümüyle ayırmak anayasal düzenlemeler gerekir.

İki, dini olanın, devletin işlerine, devletin de dini alanın işlerine müdahale etmemesi gerekir.

Üç,  devlet herkesin din, vicdan, inanç  ve inanmama özgürlüğünü korumalı, yasal güvence altına almalıdır.

Dört, devlet tüm din, inanç gruplarının ve bunların tüm yorumlarına eşit mesafede durmalıdır.

Beş, din öğretimi sadece dini çevrelerin kendi okullarında, özel okullarda verilmelidir. Devlet okullarında ise öğrencinin ve ebeveynlerin isteğine bağlı olarak, tüm dinler ve inançlar hakkında tarafsız bilgi aktarmak koşuluyla ders verilebilir. Müfredatın içeriği ise tüm dinler ve inançların temsilcilerinin yer aldığı komisyonun rızasıyla belirlenmelidir.

Altı, nüfus cüzdanlarında “din” hanesi olmamalıdır. Devlet, vatandaşlarının dinini kayıt altında tutmamalıdır.

Yedi, İnanç vergisi uygulamasıyla, isteğe bağlı olarak devletin vergi toplaması yöntemiyle, dini ve inanç toplulukları adına toplanan vergilerin, bu çevrelere aktarılması konusunda devlet aracılık yapabilir ve denetim sağlayabilir.

Sekiz, dini ve inanç topluluklarının sivil kuruluşlar üzerinde  örgütlenmesi benimsenmelidir.

Dokuz, dini ve inanç rehberlerini, önderlerini, dini toplulukların kendisinin tayin etme ya da belirleme hakkı kabul edilmelidir.

On, Diyanet İşleri Başkanlığına kadro alımı derhal durdurulmalıdır. Mevcut kadroların DİB kurumunun tamamıyla tavsiyesi süresince görevlerini sürdürmesine, bir kısmının diğer kamu kurumlarına aktarılmasına, emeklik sonrası yerlerine yeni kadro tahsisini artık yapılmaması benimsenmelidir. 10 yıl içinde Diyanetin tamamıyla tavsiyesi sağlanmalıdır. DİB’na ait tüm kamu binaların, tesislerinin dini ve inanç toplulukların ihtiyaçlarına göre devredilmelidir.

On bir, DİB ve DİYK yerine “İnanç Özgürlüğünü Sağlama ve İnanç Kurumları ve Toplulukları Arası Koordinasyon Dairesi” adıyla yeni bir yapılanmaya gidilerek, devletin din işleri yerine, yurttaşın din özgürlüğünü korumayı, laiklik ilkesine göre görev edinmiş bir kurumsallaşmayı, tüm inanç topluluklarını, akademisyenleri, sosyologları, hukukçuları kapsayacak şekilde gerçekleştirmek. Bu kurum aynı zamanda kültürler ve dinler arası diyalog ve tanışmayı teşvik etmeyi hedefleyecektir.

On iki, İmam, hatip ve müezzin yetiştirmek gibi görevi devlet asla üstlenemez. Bu nedenle İHL kapatılmalıdır. Dini rehberlerin yetiştirilmesi görevi ve yetkisi dini toplulukların kendisine verilmelidir. Bunun için İHL’rine öğrenci alımı tamamen durdurulmalı ve son mezunlarını verinceye kadar açık olmalıdır. Daha sonra bu okulların bir kısmı Anadolu Liselerine dönüştürülmelidir. Bir kısmı ise farklı dini toplulukların kendi dini eğitimlerini sunabilmesi şartıyla, somut proje karşılığı verilerek özel okul yapılmasına izin verilmelidir. Bu okullar da MEB müfettişlerinin denetimine açık olmalıdır.

 Bu yazı pirsultan@googlegroups.com´dan alınmıştır:
 

 


BU RAKAMLARA DİKKAT!!!!
NTV'deki 'Neden' programında 'Aleviler ve Siyaset'i tartışıldı.
Açılışta Alevi-Bektaşi Federasyonu Genel Sekreteri Turan Eser'e soruldu:
Neden her seçim öncesi 'Sünniler ve Siyaset' değil de 'Aleviler ve Siyaset' tartışılır....?'
Eser, rakamlarla yanıtladı bu soruyu... Verdiği rakamlar,tartışmaya yer bırakmayacak kadar net bir tablo sergiliyordu.

Bu rakamları yorumsuz olarak sizlerle paylaşmak istiyorum:
Türkiye'de kaç okul var ?...................67.000
Kaç hastane var ?...................1.220
Kaç sağlık ocağı var ?....................6.300
Peki kaç cami var ?.....................85.000


Her 60 bin kişiye 1 hastane düşerken, 350 kişiye 1 cami düşüyor.
Peki, kaç kilise var ?.....................270
Kaç cemevi var ?.....................100
Türkiye'de kaç doktor var ?.....................77.000
Peki, kaç din görevlisi var ?.....................90.000


Türkiye'de her 900 kişiye bir doktor düşerken, her 780 kişiye bir din görevlisi düşüyor.
Eğitim-Sen'e göre Türkiye'nin 200 bin öğretmen açığı var.

Türkiye'de kaç kütüphane var?......................1.435
Almanya'da kaç kütüphane var?......................11.000
Türkiye'nin kaç kentinde devlet tiyatrosu var ?.......................13
Kaç kentte kuran kursu var?........................81
Bu kursların toplam sayısı kaç ?.........................3.852

Türkiye'de 1 opera derneği var, 11 bale, 10 heykel, 18 resim, 18 sinema, 38 tiyatro derneği var.

Peki, kaç tane 'cami yaptırma derneği' var ?..........................35.000
İçişleri Bakanlığı'nın bütçesi ne kadar ?..........................783 trilyon...
Ulaştırma Bakanlığı'nın ?...................678 trilyon
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı'nın ?...........................677 trilyon...
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ?............................632 trilyon...
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nın ?...........................280 trilyon..
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın ?............................249 trilyon...
Çevre ve Orman Bakanlığı'nın ?............................404 trilyon...

Sadece Sünnileri temsileden Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bütçesi nekadar ?...........................1.3 katrilyon...
8 bakanlığın bütçesi kadar...
22 üniversitenin toplam bütçesine denk...

Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinin yıldan yıla büyümesine bakalım:
1997'de 66 trilyon.
1998'de 119...
1999'da 180...
2000'de 270...
2001'de 302...
2002'de 553...
2003'te 771...
2004'te 1 katrilyon...
2005'te 1 katrilyon...
2006'da 1,3 katrilyon...
2007'de 2,7 katrilyon...

Bir ülke,Diyanet'e, bütün üniversitelerine ayırdığı bütçe kadar pay ayırıyor,bunu son bir yılda ikiye katlıyorsa,doktordan, öğretmenden fazla imam yetiştiriyorsa,hastane değil cami yaptırıyor, kütüphaneden çok Kuran kursu açıyorsa,o ülkenin durup bir daha düşünmesi gerekmez mi?
SERİAT GELECEK Mİ DİYE ARTIK DAHA FAZLA DÜŞÜNMEYİNİZ
( Eğer uyumaya ve bu pasif edilgen tavrımızı sürdürürsek mutlaka gelir....) İşin esası budur; gerisi laf-ı güzaftır..
Mustafa MAYDA
Bu yazı pirsultan@googlegroups.com´dan alınmıştır:

--------------------------------------------------------------------------------------------------------

Velayettin Ulusoy`la söyleşi
Aleviler anlattı, Oral çalışlar yazdı:
Veliyeddin Ulusoy, "Bizi bize bırakın. Bize farklı gömlek giydirmek istemeyin" diyor.

11/11/2008
Hacıbektaş Postnişini Veliyeddin Ulusoy: Bizi asimile etmek isteyen pek çok güç var. Fethullahçılar, Diyanet, Alman Katolik Kilisesi, İran... En başarılıları da Fethullahçılar...
BAŞLARKEN
Alevi dünyası hareketli.
Alevi Sivil Toplum kuruluşları 7 Kasım’da Türkiye’nin değişik kentlerinde yürüyüşe başladılar.
9 Kasım’da Ankara’da büyük bir mitingle sona erecek bir yeni eylem dönemine girildi.
Bugün binlerce Alevi, Alevi örgütlerinin ortaklaşa düzenlediği “AKP’nin gerici uygulamaları”nı protesto etmek amacıyla miting meydanındalar.
Bu yazı dizisinde Alevi dünyasında neler oluyor sorusuna cevap aradık.
Boynuna Hazreti Ali’nin kılıcı Zülfikar’ı takan gençler hangi kimlik talebini ve hangi tepkiyi dile getiriyorlardı?
Cem evleri, dergâhlar, TV kanallarıyla Alevi dünyası bir canlılık yaşıyor. Bu canlılığın arkasında hangi toplumsal talepler yer alıyor?
Geçmişte bir köylü topluluğu olan Aleviler, şimdi şehirlerde, yeni bir değişim ve dönüşüm yaşıyorlar? Bu değişim ve dönüşümün ne gibi sonuçları oluyor?
Aleviler, geleneklerinden ve inançlarından uzaklaşıyorlar mı? Yeni bir kimlikle yeniden kendilerini tanımlıyorlar mı?
Alevilerin çok değişik temsilcileriyle bu yeni dönemi konuştuk. Hacıbektaş’taki yeni tartışmalardan, Alevilerin siyasetteki yeni yerlerine kadar aklımıza gelen, merak ettiğimiz her konuyu onlara sorduk, onlardan öğrenmeye çalıştık.
Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal’e destek veren Hacıbektaş Postnişini Cemalettin Çelebi’nin torunu Veliyeddin Ulusoy’la Hacıbektaş’ta konuştuk. Hacıbektaş Belediye Başkanı Ali Rıza Selmanpakoğlu, Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Ali Balkız, Cem Vakfı Başkanı Profesör Dr. İzzettin Doğan, Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu Genel Başkanı Turgut Öker, Ehlibeyt Vakfı Başkanı Fermani Altun, Alevi araştırmacı AKP milletvekili Reha Çamuroğlu, sendikacı yazar Yaşar Seyman, YOLTV Yönetim Kurul Başkanı Necdet Saraç, YOLTV’den Birsen Temir, Alevi tarihine ilişkin araştırmalarıyla tanıdığımız Kelime Ata, TBP Genel Başkanı Mustafa Timisi, Hacıbektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez, ve “Alevilerin Kemalizmle İmtihanı” kitabının yazarı Cafer Solgun Sultanbeyli Cem evinin kadın başkanı Sadegül Çavuş, Alevi dedesi Mustafa Karayünlü gibi Alevi dünyasının bir çok ismiyle konuştuk.
Alevilerin günümüzdeki halini, sorunlarını, taleplerini, aralarındaki ayrılıkları ve geleceğe ilişkin beklentilerini anlamaya ve sizlere aktarmaya çalıştık.
Bu yazı dizisini hazırlarken Ankara Bürosundan Behzat Miser arkadaşım, Hacıbektaş’a kadar benimle birlikte geldi. Fotoğrafları çekti, söyleşilerin yayına hazır hale gelmesi için çalıştı. İstanbul İstihbarat’tan İsmail Saymaz, Cem evlerini dolaştı, dedelerle, Alevi gençlerle, kadınlarla konuştu. Muhsin Akgün İstanbul’daki görüşmeleri fotoğrafladı. Genç stajyer arkadaşlarımız Olcay Can Kaplan ve Ezgi Demir bantların bir çoğunu çözdüler... Hepsine çok teşekkür ediyorum...
Bu yazı dizisinin Alevi gerçeğinin kavranmasına yardımcı olması dileğiyle...

ATATÜRK'Ü KAPIDA KARŞILAYAN POSTNİŞİN TORUNU: VELİYEDDİN ULUSOY
Mustafa Kemal, Milli Mücadeleyi örgütlemek için Anadolu’ya geçtiğinde en büyük desteklerinden birisini Hacıbektaş dergâhının postnişinlerinden aldı. Cemalettin Çelebi(Ulusoy) Mustafa Kemal’i dergâhın kapısında karşıladı. Milli Meclis’in ilk başkanvekili de olan Cemalletin Çelebi ölünce yerine kardeşi Veliyeddin Çelebi geçti. Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına ilişkin kanun çıkarılınca Hacıbektaş Dergâhı da kapatıldı. O dönemin postnişini Veliyeddin Çelebi, Cumhuriyet yönetiminin uygulamasına sitem ederek içine kapandı.
Şu anda dergâhın postnişini olarak kabul edilen ve Alevi dünyasının en saygın isimlerinden Veliyeddin Ulusoy, Cemaleltin Çelebi’nin ve Veliyeddin Çelebi’nin torunu. Kendisiyle Hacıbektaş’taki evinde onun deyimiyle dem (evde hazırlanmış şarap) içtik ve söyleşiye başladık.
Kurtuluş Savaşı denince Aleviler akla geliyor; çünkü dedeniz Atatürk’ü Hacıbektaş’ta misafir ediyor. Bu dedelik size ne zamandan gelme?

Önce ben şunu düzeltmek istiyorum;biz dede değiliz. Biz, dedelik kurumunu kontrol eden müesseseyiz; dedeleri atayan, azleden ve onları kontrol eden …

Ne oluyor bunun adı?

Bu, Hacıbektaş Veli’nin postnişini oluyor. Bir takım sıfatlar var… İkincisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda değil, Osmanlı’nın kuruluşunda da Alevi-Bektaşi düşüncesinin hakim olduğunu görüyoruz. Edebali gibi, Seydali Sultan gibi zatların. Tabii, TC’nin kuruluşunda da yine ailemizin, orada da büyük etkisi var. Seydali Sultan’ı Hacıbektaş Veli’nin oğlu olarak kabul ediyoruz. Yeniçerilerin kuruluşu, onlardan dua alması vs. Felsefe olarak, düşünce olarak Osmanlı’nın kuruluşunda da, yakın tarihimizde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda da ailemizin yeri var, yani tarihi bir aileyiz.

Siz,o gün bugündür burada mı doğdunuz, burada mı yaşıyorsunuz?
Bizim zamanımızda lise yoktu burada; eğitim için ayrıldık. Liseyi bitirdikten sonra Avrupa’ya gittim, üniversiteyi orada bitirdim. 1974’de tekrar döndüm buraya.

Niye döndünüz peki?

Bunu anlatmak çok zor. Hacıbektaş görünüm itibariyle çok şahane bir yer değil, ama her nedense buraya bizi çeken bir şeyler var. Hem aile bağları olarak var, hem nereye gidersek gidelim dönüşümüz buraya. Bunun anlatmak zor, gerçekten zor. 11 yıl kadar Almanya’da kaldım; bunun 5 yılı çalışmakla, geri kalanı okulla geçti.

Ne yapıyorsunuz burada?

Dönünce Hacıbektaş Belediyesi’nde Fen İşleri Müdürlüğünde müdürlük yaptım; mimarım ben. Herkes hayret ediyor, Avrupa’da oku, dönünce de Hacıbektaş Belediyesi'nde mimar ol. Ama pişmanlık duymuyorum. Elimden geleni, gücümün yetiğini yaptım. Bu da benim için bir manevi hizmettir. Ruhen tatminkar oldum.

Kaç kardeşsiniz?

Biz üç erkek bir kız… Ağabeyimi 1986’da trafik kazasında kaybettik. Benim bir küçüğüm kız kardeşim;o kış aylarında Ankara’da kalır. En küçüğümüz olan kardeşim de İzmir’de; oraya yerleşti.

Akrabalar var mı?

Tabii, tabii… Kış aylarında kimse kalmıyor ama yaz aylarında herkes burada olur. Atatürk konusuna biraz değinelim isterseniz. Atatürk, buradan Ankara’ya giderken Cemalettin Çelebi’nin atlı adamlarının koruması arasında gittiğini bilmem biliyor muydunuz? İkincisi, biz aile içinde biliyoruz ama bunun belgesi yok. Cemalettin Çelebi, maddi olarak neyi varsa Atatürk’e veriyor. Aile içinde hep anlatılır; çok kıymetli bir taş varmış. Bu taş, Balkan Harbi sırasında ailenin sigortası olarak kullanılmak üzere muhafaza ediliyormuş. Cemalettin Çelebi’nin ölümünden sonra o taş da yok,bir şey de çıkmamış. Hiç şüphesiz, hiç tereddütsüz Kurtuluş Savaşı’na, Atatürk’e vermiştir. Bu aile içinde konuşuluyor. Benim adaşım olan ve dedem Veliyeddin Çelebi’nin bağışlarının belgeleri var ama, Cemalettin Çelebi’nin belgeleri yok. Atatürk, Cemalettin Çelebi ile görüşürken, ilk kez Cumhuriyet sözcüğünü burada telaffuz ediyor.

Bu taş ne aşı?
Ne olduğunu bilmiyorum, görmedim. Anlatılan ailenin sigortası olan kıymetli bir taş. Zor günlerde kalırsak eğer, o taşı satarak… Bu taş, dedemle birlikte yok oluyor.

Yıllarca Aleviler bu ülkede yok sayıldılar, kendi kimliklerini gizlemek zorunda kaldılar. Osmanlı’da ezilen Aleviler, Cumhuriyet döneminde de ezildiler. Siz o dönemi nasıl yaşadınız?

Şimdi bakın, bir duyduğumuz var bir de yaşadığımız. Duyduğumuz şöyle Şimdiki belediye binasının olduğu yerde jandarma karakolu var. O zaman nahiye müdürü (O dönemde Hacıbektaş ilçe değil, kasaba durumunda) buranın kralı ve kraldan fazla kralcı. Ailemi kontrol ediyor sürekli, isyan edeceklermiş gibi haftada bir baskın uyguluyor. Tabii, şikayetler var. Veliyeddin Çelebi ile yani dedemle Atatürk’ün arasında çok iyi münasebetler olmasına rağmen, ben halen hayret ediyorum neden Atatürk’e bir telgraf çekilmedi diye. 10-12 kilometre ileride, Kayseri-Ankara karayolu üzerinde bizim bir çiftlik vardı, şimdi bize ait değil. Evimize gelmek isteyenler, oraya gelirlerdi, gizli saklı haberleşerek, evimize gece gelirlerdi. Sakalları kesilmiş, akla gelmeyecek bin bir türlü eziyetler uygulanmıştır. Bunlar cumhuriyet döneminde yapılmıştır. Yalnız, Latife Hanım kitabını okuduktan sonra Atatürk’ün olaydan haberinin olmadığını anladım; aynı durum Latife Hanım’ın da başına gelmiş; o da sıkı bir şekilde kontrol edilmiş. Nihayet dayanamamış ve Atatürk’e bildirmiş durumu. Bildirdikten sonra Atatürk çok sinirlenmiş ve o sıkı kontrol ortadan kalkmış. Aynı durum bizim de başımıza gelmiştir.

Niye bildirmemişler peki?
Biraz çekingenlik var tabii. Böyle de şeyler olmuş. Korkardık biz de tabii…

Cumhuriyet döneminde tutuklama, gözaltına alma falan var mı?

Yok… Tutuklama var, fakat aileden birisinin…Çok önemi şeyler değil.

Sizin, Hacıbektaş’ta açıktan kendinizi ifade ederek toplanmaya başlamanız kaç yılındadır?
60’lı yıllardır. O zamana kadar gizli, saklı, çekinerek toplanılırdı… Nerelisin diye sorunca Kırşehirliyiz derdik. Babam, Yozgat’ta çalışırken, ben çocuktum daha, okula gitmiyordum, 6 yaşlarında. Komşular gelirdi, nerelisin diye sorarlardı, Kırşehirliyim derdim. Hacıbektaş hiç söylenmezdi. Yine 50’liyılların sonunda ben Kayseri Lisesi’nde yatılı okudum. Ramazan geldi, dediler ki, “Kim oruç tutacak?” Herkes kaldırdı, biz de kaldırdık parmağımızı. 5-6 gün sonra fire vermeye, oruçlar bozulmaya başlandı. Biz inat ettik, sonuna kadar tuttuk. Hayatımın ilk ve son Ramazan orucudur. Buranın müze olarak açılmasından sonra, rahmetli Ali Celalettin amcam Hacıbektaş Tanıtma Derneğini kurduktan sonra açılım oldu. Törenlerin falan mimarıdır o. O zamandan sonra yavaş yavaş açılmaya başladık; şimdi ise daha mı iyiyiz, yoksa çok tehlikeli bir dönemden mi geçiyoruz…

Siz ne düşünüyorsunuz?

Çok tehlikeli bir dönemden geçtiğimize inanıyorum ben. Çünkü, bizi asimile etmek isteyen çok güç var.
Fethullahçılardan tutun, Diyanetten tutun, Alman Katolik Kilisesi, İran… Bunların hepsi bizi asimile etmeye çalışıyorlar.
Bin yıl o kadar o kadar zulme dayandıktan sonra…
Şimdi gevşedik galiba! Özelliklerimizi kaybettik, şehirleşme bizim geleneklerimizi perişan etti. Çaresi yok, uyum sağlamak zorundayız; böyle bir bocalama dönemindeyiz, zayıf düştük. Ve bizim örgütlerimiz ne yazık ki birliği temin etme yolunda pek adım atmıyorlar. Kısır çekişmeler içindeyiz ve hepsiyle de konuşurum. Hepsiyle de aynı mesafedeyim. Ancak birlik temin etme yolunda ne yazık ki bir şeyler yapamıyoruz.

Hacıbektaş’ın tarihine geri dönmek istiyorum. Bu büyük törenler ne zamandan beri yapılıyor?
1964’den beri yapılıyor. İlk törende izinli gelmiştim. Aile içinde muazzam bir çalışma. Amcam o zaman dernek başkanı… Bütün Türkiye’den insanlar geldi, arabalarla köylere yatmak için misafirler gitti. Zemzem suyu şişeledik; etiketler yapıştırdık. Böyle muazzam bir etkinlikti… Şimdikiler böyle değil, biraz yapay. Gerçek Alevi-Bektaşi geleneklerinin yaşandığı törenler oluyordu. Üzülerek söylüyorum; (Rıza) Yörükoğlu’nun sözünün hatırlatmak durumundayım: O kitabında diyor ki, “biz Alevi-Bektaşileri incelemeden yola çıktık,bu bizim için büyük hataydı” diyor. Gerçekten de biz, çok şey kaybettik. Bir bu şehir göçünden, bir de gerçekten bu yola emek vermiş, dedelerin, sadıkların, aşıkların inkar edildiği, kovulduğu bir dönem yaşadık. Şimdi anladılar gerçekleri. Bizim yaşantımızda da sol vardır; o bölüşmüşlük vardır. İslam tarihinde Ebu Zer diye birisi vardır; bu Alevi-Bektaşi tarihinde semahın piri sayılır, Ehlibeyt’in izinden ayrılmamış bir zattır. Ve tek komünisttir o. Bizim yaşantımızda o sosyal bölüşüm vardır, onun için de biz solun yanındayız. Ortada biz büyük yara aldık ve bu büyük bir gerçektir.

Şimdi nasıl işliyor kurumlar, mesela dedelik kurumu…

Aynı şeyler devam ediyor ama o 15.asrın sonundaki dönemde olduğu gibi Hacıbektaş Dergahı’nın ‘Ser çeşme’ olduğu ve bütün dergahların buraya bağlı olduğu gerçeği şimdi ne yazık ki yaşanmıyor. Nasıl yaşanmıyor; bölünmüş. Osmanlı bizi parça parça etmiş,üç ana gruba bölmüş. Bunlar, Babagan kolu, Çelebi kolu (Benim mensup olduğum) ve Dedegan kolu. Dedegan kolunun büyük bir kısmı bize bağlıdır. Bize bağlı olmayan Dedegan kolu da vardır. Üç ana grupta toplanıyoruz. Bize bağlı olan dedelerin kontrolü yine bizde devam ediyor. Yıllık belgeler veriyoruz yine onlara. Bunlar da iki grupta olur; birisi direkt bağlı olan buraya, diğeri ise dedeler kanalıyla bağlı olan Alevi-Bektaşi toplumu. Direkt bağlı olanlara istediğiniz dedeyi gönderirsiniz belgelerle. O gider orada görevini yapar gelir. Öbür taraftan da kendi taliplerine giderler; kendi taliplerini görgüden geçirir, hizmetlerini yaparlar.

Bunun ne zamandan beri yapıyorsunuz?
Bu devam ediyor, Hacıbektaş Veli’den beri devam ediyor. Halen de devam ediyor, gizli saklı devam ediyor. Mevcut yasarımıza göre dedelerin ibadet ettirmesi suçtur. Yasalaşmasını istiyoruz. Laikliği koruyarak yasalaşmalı. Bu tarihi gerçekse eğer, bu devam etmeli. Yasaklasanız da devam edecektir. Nereye kadar yasaklayacaksınız ki? Bu bir gelenek… Şimdi biz dedemize görev verdiğimizde talip soracak o belgeyi. “Sen gittin, yundun, yıkandın mı?” diyecekler. Bunu bir Hacıbektaş Dergahı yapıyor, Eskişehir’deki dergah yapıyor mu, bilmiyorum. Babagan kolu çok farklı,bilmiyorum.
Sizin buradaki rolünüz nedir? Veliyiddin Ulusoy’un Alevi toplumu üzerindeki anlamı ne?

Anlamı, Hacıbektaş Dergahında postta oturan aile anlamındadır.

Günümüz Aleviliği, şehirlerde cem evleri kuruluyor, çeşitli dergahlar var. Bunlar ne anlam ifade ediyor.
Bu bir tepki bence. Sivil toplum örgütleri kurulmaya başlandı; beraberinde de cem evleri de yapılmaya başlandı. Tamam yapılmalı ama bunlar cami gibi, mantar gibi çıkmamalı. Önemli olan onun içindeki insanların yetişmesi, bu daha önemli. Cemevi bir ihtiyaç, bu bir gerçek; cemevleri sırf ibadet yeri olarak kabul edilmiyor; yani bir kültür evi niteliğinde. Orada bir düğün de yaparsınız, bir yemek verirsiniz, ibadet de yaparsınız. Her türlü toplumsal ihtiyacın giderildiği yerler olarak biz onu görüyoruz, işin gerçeği de o zaten. Tarihte, peygamber döneminde de aynısıymış; şimdi Allah’ın evi oldu. Allah’ın evinde ticarethaneler var. Cemevlerinde de var?!

Benziyoruz mu diyorsunuz?

Aslında benziyoruz, televizyonda yapılan cemlere bakıyorum; gülbenkler kalkmış, bir kandil gecesi gibi dualar okunuyor.

Uyarmıyor musunuz siz?

Bizim gücümüzün, kolumuzun yettiği yerler belli. Bize bağlı dedeler öyle yapmazlar. Yıllık görgü cemleri olur, örneğin Tokat’ın bilmem ne köyü kiralar, dedeleri başında cemlerini yaparlar. Onlar televizyonda yayınlanmaz.

Siz mi istemiyorsunuz Televizyonlarda yayınlanmasını?
Yok, gizlimiz saklımız yok. Yayınlanabilir ama orada bir ses, soluk getirmez; kimse duymaz, bilmez, farkında değildir.

Alevilerin yeni örgütlenmelerine ne diyorsunuz? Destekliyor musunuz? Tabii destekliyorum. Ama örgütler arasında problemler de olmasa.Yoksa örgütlenmek zorundayız. Bugün Avrupa’nın en büyük örgütü bizim Alevi Bektaşi Konfederasyonu. Bugün Avrupa Parlamentosu’nda ağırlığı olan bir sivil toplum örgütü… Bugün 50-60 bin kişiyi sokağa dökebilecek bir örgütümüz var. Haa, Konfederasyon başkanıyla yüzde yüz aynı düşüncede miyiz? Olmayabiliriz. Ama onun destekçisi olmak zorundayız.

Hacıbektaş Belediye Başkanı ile Alevi örgütleri arasındaki gerginlik hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ben siyasal bir şey söylemek istemiyorum. Şimdi bakın, Belediye Başkanımızın yaptığı bazı şeyleri tasvip etmiyorum; bu bir gerçek. Ama Hacıbektaş Belediye Başkanı olduğu için de saygı duyuyorum. Hacıbektaşımız, biri de ben olmak üzere destekledik ve seçtik.

Alevi kesiminin bir takım istekleri var. Bunu ilave etmek istediğiniz şeyler var mı?
Bunları ben de destekliyorum. Benim söylemek istediğim, bizi bize bırakmalılar. Bize farklı gömlek giydirmek istememeliler. Yani, ne ise o olmak istiyoruz, hiç müdahale edilmeden. Hiç müdahale edilmesin bize. Kendi inancımızı, kendi sosyal yaşantımızı yaşamak istiyoruz. İlle de bize benzetelim, inancınızın, kültürünüzün yanında olalım… Bu bize yapılacak en büyük hakaret. Ama ne yazık ki, hep bunun hücumu altındayız, hep benzetilmek isteniyoruz. Ve bunlarda çok da başarılılar, özellikle Fethullahçılar.

Fethullah’la sizin ne alakanız var? Nasıl bir ilişki var Alevilerle Fethullah arasında? Dost olmak istiyorlar bizimle. Gençlerimizin beyni yıkanıyor. Sınavlarda iyi puan almış birisinin daha kayıt yaptırırken yanlarına alıyorlar. Gidiş o gidiş.

Fethullahçı Alevi çocukları var mı?

Çok, hayal bile edemeyeceğiniz kadar çok. Ve bizi beğenmiyorlar, biz yanlış yapıyormuşuz diyorlar. Ama Alevi-Bektaşi olduklarını biliyorlar. Ve pırıl pırıl da zeki çocuklar hepsi. Toplantılarına çağırdılar beni, birkaç defa katıldım. Gördüğüm farklı bir takım insanlar oluyor. Sayı olarak bilemiyorum, son bildiğim 2 yıl kadar önce yetişmiş doktor, mühendis, avukat, her meslekten olan kalabalık bir grupla bir araya geldim. Onlarla bir kadeh şarap içemezsiniz. Onlarla, ”Aşk olsun, aşkın cemal olsun” diyemeyiz. Veyahut da cemde gönülleri birlememiz mümkün değil.

Hacıbektaş Dergahı’na girdim. Orada cami var, ibadet etmek mümkün. Sizin kanunen cem yapmanız mümkün mü?

Yok, değil. Bence cem yapılmamalı orada. Eskiden cem yapılırmış orada; şimdi müze olarak kalsın ama belediyeye devredilsin. Benim istediğim budur. Bizim örgütlerimiz ailemize iade edilmesini istiyorlar. Müze olarak Hacıbektaş Belediyesi’ne devredilmeli, tabii bu hayal. Bakanlar Kurulu kararı, yasa gerekli bunu için. O zaman Hacıbektaş Belediyesi’nin maddi yönden bir sıkıntısı olmaz. Ora müze olarak kalmalı, ora korunmalı, ora kirletilmemeli. Buna karşılık… Bakın eski Belgrat gelir aklıma; bir eski Belgrat vardır, bir de yeni. Buraya çok büyük bir cem ve kültür evi yapılmalı.10-15 bin metrekare. Gelen misafirler orada ağırlanmalı, Hacıbektaş Dergahı’nın işlevi orada görülmeli. Ama burası tertemiz müze olarak kalmalı.

Alevilerin buna gücü var…
Birlik olsak her şeye yeter gücümüz. Ama bizim darma duman haldeyiz.

Çok da dağınık değilsiniz…

Dağınık olmasak, siyasi yönden bir ağırlığımız olur.

Şehirleşen Alevilik dediniz. Alevilik kendini yenilemeli mi ,günümüz koşullarına uyarlanmalı mı?

Bizim geleneklerimiz ve kanunlarımız köy ortamına göre ele alınmıştır. Örneğin musahiplik… Bizim yol kurallarına göre, musahiplerden biri suç işledi mi, öbürü de yoldan kalır. Yani düşkün olur. Şimdi düşünelim, musahiplerden biri Almanya’da, diğeri Türkiye’de… Türkiye’deki suç işliyor, Almanya’daki suçlu oluyor. Böyle bir saçmalık olabilir mi? Evvelden köydelermiş, herkes 24 saat berabermiş. Sen suç işleyeceksen, diğerinin haberi oluyor. Ve mani oluyor. şimdi nasıl mani olacak… Halbuki musahiplik,
Aleviliğin bugüne gelmesinde çok önemli rol oynamıştır. Ama bugün miadını doldurmuş. İlle de musahip olmak isteyene mani olmam ama ille de ‘yola’ musahiple çıkılacak diye bir şey olmamalı. Buna benzer daha birçok şeyler var. Zaman içerisinde… Biz yeniklere çok da açık bir toplumuz, zamanla değişecektir. Dayatmayla olmaz. Toplum, kendi kararının kendisi verecektir.

Aleviliğin bölünmesi nasıl çözülecek?
İran’da Şiilik var; kendileriyle Ehlibeyt dışında hiçbir ortak yanımız yok. Bizde kadının yeri gerçekten çok farklıdır. Pratikte böyle değil ama kadının yeri çok ayrıdır. İnancımızda kadın bir adım daha öndedir. Bu geçiş dönemidir.


Aleviler için önemli günler
www.abkd.de

           

  İNANÇSAL  VE ÖNEMLİ ANMA GÜNLERİ*

13 – 15 ŞUBAT 2011 HIZIR ORUCU
12 MART 2011 GAZİ OLAYLARI YILDÖNÜMÜ
21. MART 2011 HZ ALİ NİN DOĞUMU NEVRUZ BAYRAMI 
5-6 MAYIS 2011 HIDIRELLEZ
02.TEMMUZ 2011 MADIMAK - SIVAS ANMASI*
06.-07. HAZİRAN 2011 ABDAL MUSA ŞENLİKLERİ *
16.-18. AĞUSTOS 2011 HACI BEKTAŞ VELİ ANMA TÖRENI*
10.EKİM 2011 İMAM HÜSEYİNİN ŞAHADETİ (miladi)
06.KASIM 2011 KURBAN BAYRAMI
22 - 24 KASIM 2011 MASUM-U PAKLAR ORUCU
25 KASIM 2011 FATMA ANA ORUCU
26 KASIM 2011 MUHARREM ORUCUNUN BAŞLAMASI
08 ARALIK 2011 AŞURE GÜNÜ

Kaynak:
http://www.turkmensitesi.com


 




YOLTV
Windows Media Player'le izlemek icin buraya tiklayin


Google
|Home|Alevilik|Merkezimiz|Etkinlikler|Ziyaretçi Defteri|Turnamspor|Deutsche Seiten|Tüzük|


Alle Rechte vorbehalten. Webmaster:İbrahim Şahin
İabkd- 2010 Duisburg | sekreter@abkd.de | in Favoriten aufnehmen
Aleviten und Bektasi Kultur e.V. / Wiesenstr.44, 47169 Duisburg / Tel.:+49 (0) 203 5447314
Zuletzt modifiziert am 15.02.2013
Auflösung: 1024x768 Pixel